ZOR İLE KOLAY

Zor ve kolay. Hep karşılaştığımız durumlar...

Kolay ile zor arasında dört tür ilişki kurulabilir :
1. Zorun kolay olması.
2. Zorun zor olması.
3. Kolayın kolay olması.
4. Kolayın zor olması.

1. Zorun kolay olması :
(Amaç zora ulaşmaksa)
Zora kolay yoldan ulaşmak.
Kolay işlerle uğraşıp sonunda zora varmak.
Birinin ona yardım ede ede zora ulaştırması; zor olanda çaresiz ve tek başına bırakması.
(Mevcudu zor görmekse)
Olağanüstü yetenekleri olan, çook çalışan birinin başkasına zor görüneni kolayca yapması, zorluk tanımaması.

2. Zorun zor olması :
Gücün yetmemesi, imkânların azlığı.
Yardım edilmemesi.
Beceriksizlik.
Yanlış yol/yöntem izleme.
Gözünde aşırı büyütme.
Kendine güvenememe.

3. Kolayın kolay olması :
Bilgili ve yetenekli olduğundan(!) her şeyi kolay bulma.
Birinin onu kolaylaştırması. (Birine her şey kolay geliyorsa, ya o çook mükemmel bir insandır ya da çook Mükemmel Bir'i ona yardım ediyordur.)
Her şey kolaydır. (Her şeyin kolay olması, her şeyi ve herkesi sıradanlaştırır.)
Zor ile kolayın farkı yoktur.

4.  Kolayın zor olması :
Aptal olmak.
Aptallaşmak.
Birinin onu aptallaştırması.
Her şeyin ona zor gelmesi.

Hayatta bazı şeyler kolay, bazıları zordur. Kolay ve zor kişiye göre değişir. Kişiye her şeyin kolay gelmesi kadar zor gelmesi de absürttür. Bebeğe yürümek çok zor gelir, yetişkine çok kolay. Bebek yürümeyi kolay ya da zor bildiği ya da bil(e)mediği için  ‘yürüyememezlik’ etmez; ona biyardım gelmiştir. Biri, ‘yürü ya kulum’ demiştir; ona "yürü!" denmezse, o hiç yürüyemezse biz ona aptal! mı diyeceğiz? Oysa o, yetişkin olunca ‘yürüdüm’, yaptım, başardım, kazandım, yendim, oldum... der, demeye devam eder. Yetişkin yürümeyi kolay ya da zor bulduğu için yürümez; yürüyebildiği için yürür. Yürüyemeyen, yürüyemediği, ya kendisine yürüme verilmediği ya da verilip alındığı için (hastalık, sakatlık vb.) yürüyemez. Yürüme kendisine verilmiş hiç bir kimse, 'ben yürümeyi başardım.'! diyemez. Dünyanın en zor işidir yürüyebilmek, nefes alıp-verebilmek, uyuyabilmek... ilh.. Yürüyemeyenler, göremeyenler... (vb.) tüm servetlerini yürümek için ya da görmek için (neleri eksikse) tıp dünyasına vermeye çoktan razılar ama olmuyor ya da olduğu kadar oluyor. Bir zamanlar göz hastanesinde, bir gözü gören, öteki gözünün daha iyi görmesi için tedavi arayan biri, bana, ‘bu göz için tüm varımı yoğumu verdim; pişman da değilim yeter ki göreyim' demişti de ben onu çok ciddiye almamıştım; şükür ki ben bişeyden mahrum olmadan bu durumu belli düzeyde de olsa anlayabildim ve şu kanaate vardım :
İnsanın sahip olduğu, yaptığı, yaptım dediği tüm fiillerde mutlaka biyardım gelmiştir; yapacaklarında da o yardım gelirse yapabilecektir; yoksa her şey zordur. O zorlukları kolay kılacak yardım gelmezse, zor, zor olmaya; ‘kolay' da zorlaşmaya; o yardım gelirse, zor, kolay olmaya; kolay, daha da kolay olmaya devam edecektir...
Yeter ki yardım edeni razı ederek yardımın sürekli (beş dk. nefes alamazsak!) gelmesine gayret edelim! Yoksa hayat kolay değil. Tek başımıza bu hayatla baş edemeyiz. Yaşamak ne kadar da zormuş demeye devam eder, hiç bişeyi beceremez, anlayamayız.
İnsan gücünü aşan bir durumla karşılaştığında, bu durumdan kurtulmak için destek istiyor ve çabalamaya devam ediyor. Talebi kabul edilip de zorluktan kurtulduğunda, kendisine gelen gaybî/görünmez yardımların farkında olmak yerine ilahî (kimden gelirse gelsin o yardım ilahidir; bidâyette=başlangıçta yardım edene her şeyi O vermiştir, nihayette ise yardım edeni vesile kılmıştır.) yardımı hak ettiğini düşünüyor!. İşin sonunda göstereceği tavrın ölçüldüğünü anlamıyor; bildim, yaptım; çalıştım, başardım diyor. Bilmesi için beyin, çalışması için el vs. nerden geldi onun farkında değil.  Çoğunun bilgi zannettiği şey,  yardımdan başka bişey değil. Kişi borçlu iken yardım talep ediyor, borçtan kurtulup zenginliğe eriştiğinde elindeki malı ve mülkü çok çalışarak, konu ile ilgili pek çok hususta uzmanlık elde ederek kazandığı şeklinde bir düşünceye kapılıyor. Eğitimi, mesleği, yeteneği ya da diplomasına güveniyor. Çokları kendisine verilmiş olan şeyin asıl sebebinin elde ettikleri nimete dair bilgi ile bir ilişkisinin olmadığını bilmiyor. Asıl sorunları cahil olmaları değil kendilerini bilgin!, bilmiş zannetmeleri. Kişi her şeyle deneniyor: para, pul, bilgi, makam, mevki, varlık, yokluk, zorluk, kolaylık... her şey insanın nasıl davranacağını görmek ve (kendisine iddia edeceği geçerli hiç bir mazereti kalmamasını, kendi kendine şahit olacağını) göstermek içindir; kalıcı olan da budur.
Yardımın kimden geldiğini bilen ve ona göre yaşayan, kazanacak; öbürleri, kaybedecek... “İnsanların çoğu – çok çok azı hariç-  gaflette, ziyanda dolayısıyla ateştedir.”
Yardım istemeyi unutmadan çabalamaya devam... Yardım etmeyecek olsaydı, yardım istemeyi lütfetmezdi. İstemek dahil her şeyimiz lütuf, ikram, nimet. Sağlık, afiyet vermese idi neye sahip(!) olabilirdik?!..
Bilenler(!), verilenleri emanet olarak gördüğünden Veren’e saygıda kusur etmezlermiş; en sonunda da “Emânetini aldı", kurtulduk! derlermiş...
En büyük zorluk, ebedî zorluk... En büyük kolaylık, ebedî kolaylık.. o da, buradaki tutumumuza bağlı. Her şeyi nasıl olsa O veriyor deyip yan gelip yatmak da, vermiyor deyip ümit kesmek de yok; ikisi de yasak. Doğru tutum, gerçekten bilerek, --dua ederek-- istemek, zorda kaldığımızda Bir'ilerini yardıma çağırmak ve çabalayarak yaşamaya devam etmektir. Çabamızdaki samimiyet görüldükçe yardım gelecek, zorlukları bir bir aşacağız inşallah.
O'na hiç bişey zor gelmez. Mutlak Kudret O’nun. O, kolay kılarsa zorluklar kolaylaşır... O'nu unutarak zorlukların üstesinden gelmeye çalışmak, kendini zorlamak (kudretli olmadığı halde kudret elde etmek için kendini mahvetmek) ve tükenip yok olmaktır. Hiç bir ölümlünün gücü ilelebet değildir, kendi kendine de yetmez.
Kimler gelmiş, kimler gitmiş bu dünyaya. Ne zorluklar aşılmış, ne zorluklar aşılacak... Aşılabilen, alışamayan zorluklar... Aşamayıp isyan eden, aşamayıp sabreden... Aşıp şükreden, aşıp şımaran... “Karun : Bu servet bana bendeki bilgi sayesinde verildi.” demişti. (28/78.) de şımarmış ve sonu hüsrân olmuştu.
Bilen, sabreder, şükreder; isyan etmez, şımarmaz...
Sıkıntılar insanı değerli yapar. Sabrederse... Kömür, uzun süre yüksek basınç (eziyet) altında elmasa dönüşür; sabretmezse yakıt olur, yanar...

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İHÂNET

KELİME/KELÂM & KAVL/SÖZ

HADİS & SÜNNET