TAFRA TEORİSİ

Tafra, Arapça’da sıçrama demek. Biz, genelde tafrayı afra ile birlikte kullanır, afra-tafra yapma deriz; tafrayı çalım, fiyaka, gösteriş anlamında kullanırız; ben bu anlamı ile değil, sıçrayış anlamıyla kullanacağım. Tafra Teorisi, zaman kavramının felsefî açıklaması için kullanılmıştır; bir ân’dan (diğer) bir ân’a geçiş ve bu geçişin sıçrama şeklinde gerçekleşmesini ifâde eder. Sayı ve Hareket Teorisi de bu Tafra Teorisine atıf yapar. Bu teori, Mu’tezilî âlim, Nazzam’a atfedilir.

Yürürken bir adımımızı öbür adımımız takip eder; her adım bir sıçramadır ama biz bu sıçramayı daha çok koşmada fark ederiz. Yürüme ile koşma arasındaki farkı zamanın hızı belirler. Bu hız içimizdedir, bizdedir. Kişi, yürümek isterse hızı, yavaş; koşmak isterse hızı, hızlıdır.

Bir noktadan (Ankara’dan) bir noktaya (İstanbul’a) yolculuk da serî sıçrama serîsidir.

Birden (1) ikiye (2) sıçrayış (geçiş), birlerin (1/Birin) sıçrayışıdır, birlerin bu sıçrayışta bir araya gelişidir. Birler (1), önceki hâllerini kaybetmezlerse, ikideki (2) hâllerini açıklamakta zorlanırız; kaybederlerse, “sonsuz birleşme” olur; ya da ... 5, 4, 3, 2, veya bişey (atom) bölündüğünde de “sonsuz bölünme” gerçekleşir; bu, bir mesafenin sonsuza kadar bölünebilmesi demektir ki, böyle bir durumda  büyük ya da küçük her mesafenin sonu gelmez; meşhur Aşil Paradoksu (Kaplumbağa ve Akhilleus). Bu paradoksu, ancak bir noktadan başka bir noktaya sıçrama (= Tafra Teorisi) aşabilir deniyor.

...

Bu teoriyi, maddî alandan manevî alana, imandan küfre, küfürden imana sıçramaya adapte edersek, aradaki “boşluk”, bir geçiştir ve o geçiş de içimizdedir, dışarda değildir. Kimse, kimseyi suçlamasın, iman da küfür de (taqvâ da fücur da) içimizde; dışarı sadece bu sıçrayışı teşvik edici bir fonksiyon icra edebilir. Tafra Teorisi, Kümûn Teorisi ile birlikte ele alınırsa, her varlıkta potansiyel, gizli (kümûn gizli demek) olarak belli bir istitaat (tâkat, güç yetirme, kudret) vardır/bulunur, bu kudret yaratılışta onlara yerleştirilmiştir; dışarının ve içerinin teşviki ile bu potansiyel harekete geçer ve o varlık, tabiatındaki (doğasındaki, fıtratındaki) işleri yapmaya başlar denir; bu işler de harekettir; hareket de yaşamdır.

Sayılardaki hareket, dışsal varlıkların sembolik karşılığıdır; dışarda karşılığını gösterebildiğimiz müstakil bir sayı yoktur. Bir (1) elma dediğimizde, elma olmadan bir (1) olmaz. İçeride 5 kişi var, dediğimizde, kişiler içerden çıkınca içerde 5 kalmaz vs...

Mekândaki hareket ise, hem kesiklidir hem süreklidir. İşte mekândaki hareketin hem kesikli hem de sürekli olması tafra teorisi (sıçrama/zıplama) ile açıklanır. Bu hareket, hep sürekli olsa idi, hareket edenle, üzerinde hareket edilen aynı olurdu ve hareketsizlik açıklanamazdı. Harekette, hareket edilen (mekân) görece sabittir; hareket eden ise, o mekânda sıçramayla hareketini gerçekleştirir; bu sıçrama, insanda iradî/içsel; eşyada bibaşka şeyin ya da kişinin hareket ettirmesi ile dışsaldır (rüzgâr, vb.).

Rabbin Hareketi, bir mekânda olmadığı için ve her mekânı O yarattığı için içseldir, aslâ dışsal değildir; O, her mekânda “Sabit’tir.”!. Allah-u A'lem. 

Konu biraz ağır, ilgi duymayanlar önemsemesin!.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İHÂNET

KELİME/KELÂM & KAVL/SÖZ

HADİS & SÜNNET