BİŞEY OLMAK

Önce bişey. Şey, tanımsız bişey, eşyanın çoğulu. Şeyi, cansız/ruhsuz, duygusuz şeyler için kullanırız. Her şey olamadığımız için bişey oluruz. Olduğumuz o şey de, kâmil (olmuş bitmiş, kemâle ermiş) bişey değildir; onun daha iyisi hep olunabilir...

Bişey olmak için, önce olmak (doğmak, var olmak) gerekir. Kişi, doğmadan, hiçbişeydir; doğduktan sonra bişey olur. (Hâkim, Doktor, Öğretmen, Siyasetçi, Akademisyen, Teknisyen, Fırıncı, Pastacı, Postacı, ...)

Bunlar meslektir; meslekler, kişideki ya nitelik ya da yetenektir; sonradan (doğduktan sonra) kazanılır.

Bir hâkimi, hâkim yapan nedir? Ondaki hukuk bilgisi ve yargılama becerisi, değil mi?. Hâkim, kanunları bilir, o kanunlara aykırı olan davranışları suç telakkî eder ve o suçun (kanundaki) karşılığını verir; keyfî davranamaz, muhakemesini kanuna göre yapar, kanun değişirse suçun fiilî karşılığı da değişir. 

Bir doktoru, doktor yapan da, bedenin (ve ruhun) işleyiş düzenidir; bir doktor, o düzeni ne kadar iyi keşfederse, o kadar iyi bir doktordur... bu alanda da kâmil bilgi yoktur...

Öğretmen de, öğrettiği şeyin (konunun) öğreticisi/öğretmenidir; o konuyu da “tam” bilemez...

Siyasetçide de, akademisyende de, (...) durum farklı değildir.

İnsan için tüm mesleklerde, nitelikler ve yetenekler sınırlıdır ama gelişmeye (kemâle) de açıktır; aslâ “tam kemâl” yakalanamaz. Tam Kemâl, Tanrı’ya mahsustur.

Tanrı’nın Kemâl’i Zâtî’dir. Bu söz, biz yokken de ‘Tam Kemâl’dir, biz varken de, ama biz yokken ‘O Kemâl’i biz bilmiyor, O biliyordu; O, ‘Bu Kemâl’i ‘bizim de bilmemiz için, bizim için’ (aslâ tam bilemeyiz) “Sıfat ve Ef’âli ile” “sağlamıştır”!. O’nun “Sıfat ve Ef’âli” O’ndandır ama O değildir. Bizim (Hâkim’in, Doktor’un, Öğretmen’in, Fırıncı’nın) sıfat ve ef’âlimiz de bizdendir ama ‘biz’ değildir. Bir Hâkim’nin (Doktor’un, Öğretmen’nin vb.) üzerindeki sıfatlar/nitelikler ve yetenekler on/lar/dan alınınca, o/nlar yine o’dur ama artık (yetkisi elinden alındığı için) resmen Hâkim, Öğretmen vb. değillerdir ama fiilen (kendilerince/kendilerinde) Hâkim ve Öğretmen’dirler.

Bu durum, isim için de geçerlidir. İsim, “bize” sonradan (doğunca, olunca) verilmiş bişeydir ama Tanrı, olmuş, doğmuş olmadığı, “lem yelid ve lem yûled olduğu” için, O’nun İsmi ve Sıfatları (Esmâ’sı) O’na sonradan verilmiş değildir; O'nun tüm “nitelikleri” (Sıfat ve İsimleri) Kendi’nde/Kendi’ndendir; onları O’ndan kimse alamaz!. Onlar, hep O’ndadır ama biz onları “tam bilemediğimiz için” ‘O, O’dur, Onlar’dır.’ da diyemeyiz, diyemiyoruz.

Bizim O’nu ‘şöyle ya da böyle’ tanıyabilmemiz için (aslâ tam tanıyamayacağımızı söyledim), O’nun Sıfatlarına (ve Ef’aline) ihtiyacımız vardır, ‘O’nun Sıfatları ve Ef’al’i Tam Kâmil’dir.’ ama biz ‘O Kemâl’i kendimize göre, kendi düzeyimizde kavrıyor ve anlıyoruz; olmamız, olgunluğumuz arttıkça, bu kavrayışımız ve anlayışımız da artıyor ama aslâ bir “Tanrı gibi”! olamıyoruz. “Tanrı gibi olmak”, ‘olumlu anlamda tek bişey olmak değil her şey olmaktır.’ ve o her şeyi de mükemmel bir şekilde olmaktır. Biz, bir Hâkim’i, bir Doktor’u, bir Öğretmen’i vs. bile tam ve mükemmel (kâmil) olamazken, nasıl her şeyi mükemmel olabiliriz?!. Bir de bu soruya, ‘bişey olmak için gerekli olan olma’nın kendimizin elinde olmadığını hesaba katarak düşünürsek, yaratılmış bir insanın, “Tanrı gibi olmasının” aslâ mümkün olmadığını çok kolay kavrayabilir ve söyleyebiliriz; aslında, ‘bizim bişey olmamızın, Tanrı karşısında hiçbişey olma’ anlamına geldiğini de bilebiliriz. Birbirimiz karşısında bişey olduğumuzu (gururla, bağıra bağıra) söylesek de, ‘olduğumuz oşey’, Tanrı karşısında hiçbişeydir!. O, sadece kul olup-olmadığımıza ve olduğumuz o şeyleri iyi-doğru-güzel yapıp-yapmadığımıza bakar. Allah-u A'lem. 

Bişey olmaya bir de bu açıdan (bu gözle) bakarsak; bu bakış, belki doğru dürüst bir adam (kul) olmamıza vesile olabilir!.

Ne dersiniz? 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İHÂNET

KELİME/KELÂM & KAVL/SÖZ

HADİS & SÜNNET