İDDİA

Eminim çoğu kişinin aklına para için oynanan o meşum ve meşhur oyun gelmiştir; onun adı iddaa, benim kastım o değil, ben burada bir fikir/düşünce ileri sürüyorum ve bu fikri/düşünceyi savunuyorum; zaten iddiaya da sözlükler “ileri sürülerek savunulan düşünce” demekteler. İddiam şu :

İnsan, düşünce, düştüğünü anlayınca düşünmeye başlar.
Düşmeden önce düşünmesine gerek yoktur, çünkü rahattır.
Nereden düştü?
Çook rahat biyerden. Cennetten.
Düşünce, “rahatsız olanların işidir.” Bu rahatsızlığı hastalık olarak değil de arayış olarak düşünseniz iyi edersiniz.
Rahat biyerden, sorunlu biyere düşünce insan, “ne oluyor/ne oluyoruz, niye bu böyle oldu, bu işler başımıza niye geldi” gibi biçok soru sormaya başlar; düştüğünü bile bilmeyenler bu soruları zaten soramaz. İnsan, düşünce soru sormaya başlar. Doğru soru, doğru düşünmeye; yanlış soru, yanlış düşünmeye yol açar.
Dinler de, düşünce adamları da tarih boyunca insanın bu sorularına cevap vermek için çabalamışlardır; hatta mitolojiler de.
Çook özet bir şekilde tarihe gidersek; gerek dinler gerek düşünceler --batıdan ciddî bidin çıkmamış ama ciddî düşünceler çıkmıştır-- ruh-beden, cennet-cehennem, dünya-ahiret, idea-madde (idealizm-materyalizm), numen-fenomen, madde-mana gibi dualiteler/ikilikler içinde ideal, iyi ve yüce olana ruh, cennet, âhiret, idea; kötü ve aşağı olana beden, cehennem, dünya, madde demişlerdir... Doğu dinlerinde Ying-Yang, Ahuramazda-Ehrimen, Orta-doğu dinlerinde (Üç semavî dinde : Musevîlik, İsevîlik ve İslâm'da) ruh-beden; batıda da, dinlerden esinlenilerek Antik Yunan'da Platon-Aristo kavgası (idea-materia kavgası), Descartes’in dualitesi, Spinoza’nın birleştirme gayreti (Tanrı=Doğa), Kant’ın Saf ve Pratik aklı, Hegel’in zihin/bilinç-beden/dünya düşüncesi, Marx’ın bu düşünceyi ters çevirmesi...
İslâm’ın “hubût” ve “urûc” ile (aşağı düşme ve çıkıp yükselme) bu kadîm meseleye önemli ve ciddî bir açıklama getirmesi; en alt zemine esfel-e sâfilîn, en yüce mertebeye Makam-ı Mahmûd demesi ve Makam-ı Mahmûd’a ulaşacak kişinin ahsen bir takvîm (ahsen-i takvîm) ile donanması gerektiğini söylemesi...
İnsanda bu iki uç vardır. Bu iki ucun insandaki iç bağlantıları, kodları fucur ve takvâ’dır; onların dış uzantıları ve davranışlardaki görüntüleri ise iyilik ve kötülüktür. Bunlardır, bizi ya cennete ya da cehenneme götürecek olanlar, bizi ya (saf) ruha ya da (saf) maddeye dönüştürecek olanlar; ya ağır/taş gibi yapıp yere çakacak ya da kuş gibi yapıp uçuracak olanlar...
Düşünce, düştüğünü bilenlerin işidir ama sadece düşünce yetmez; insan düşünce, niye düştüğünü bilmeli ve düştüğü yerden kalkabilmeli, düştüğü yere doğru da yol alabilmeli; bu da başka, bambaşka bi sorun, ama bu sorunu da yine ortaya çıkaran düşüncedir; düşüncesizlerin böyle bi sorunu yoktur, onlar için hiçbisorun yoktur!, bu “aşağı hayat” onlar için cennettir, iyidir, “yaşanmaya değerdir”, keyfi çıkarılmalıdır; “daha iyi, daha kaliteli, daha yüksek bi hayat” “düşünülemez!”.
Öyle bi hayat (“daha iyi, daha kaliteli, daha yüksek bi hayat”) düşünülmeden yaşanan bu hayat, “işte böyle yaşanır”, bozulur, çürür, kokar. Neyle? Yozlaşmalarla, kirlenmelerle, haksızlık ve zulümlerle, bölünme ve parçalanmalarla, sefâlet ve sefahatlarla, ...
Düşünce olmazsa “ilerleme ve gelişme” (bu iki kavram sorunlu, iyiye gitmeyi kast ediyorum.) olmaz. Düşüncesizlik, insanı daha da düşürür, tâaâ esfel-e sâfilîne kadar götürür; (doğru) düşünce, (salih) amel (davranış) ile birleşirse, insan “ahsen-i takvîm”e (madden ve ma'nen en güzel bir kıvâma) ulaşır; ‘Makâm-ı Mahmûd’a erişir.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İHÂNET

KELİME/KELÂM & KAVL/SÖZ

HADİS & SÜNNET