... GELİNCE!

Ölüm gelince kişi kendini ve en sevdiğini onun elinden kurtaramaz; ne ana-baba, evlâdını; ne evlâd, ana-babasını ne de kişi kendini onun elinden kurtarabilir. Ölümün ne zaman geleceğini de bilemeyiz, ondan bir işaret de göremeyiz. O gence de yaşlıya da, sağlama da hastaya da ansızın gelebilir; bize de beklenmedik, ânî bir randevu verebilir.

O gelince, gittiğimiz yerden “geri dönüşümüz” yok. Eğer hazırlıksız gitmişsek!, ‘yardım için yırtınacağız, “İmdaaat”! diye bağıracağız (sarh/yesterihûne).  "Ya Rabbi! Bizi bir daha gönder de daha önce yaşadığımızdan çook farklı bir hayat yaşayalım, daha önce yaptığımız işlerden çoook farklı işler yapalım, salih, düzgün ameller işleyelim’ diyeceğiz; Rabbimiz : ‘Size öğüt/ders alacak kadar ömür vermedim mi, Elçi ve Kitab göndermedim mi?!’ O hâlde tadın azabı!; zalimler için bir yardımcı yoktur." (35/Fatır, 37.) diyecek.
Son pişmanlık fayda etmez. İş işten geçmeden aklımızı başımıza alalım, ilâhî çağrıya râmolalım. (Râmolmak : Boyun eğmek, itaat etmek, teslim olmak, hükmü altına girmek.)
Hayatı "boş" diye ciddiye almamazlık etmeyelim!.
Bu kısa kelimeyi (boş kelimesini) çok sık kullanıyoruz; ya bişeyin, biyerin boş olduğunu söylemek için ---bu kullanım, sıfat şeklinde bir kullanımdır--- ya da ‘emeklerim boş’ şeklinde; bu, birinden bi beklentimiz varsa ve bişeyi bi amaç için yapıyorsak (talebe yetiştirme, çocuk yetiştirme vb.); beklentimizi elde edemediğimiz zaman söylediğimiz bi boştur ‘emeklerim boş.’; bi de, ‘dünya boş’ deriz ki, bu, bizim dünyadaki tüm çabalarımızı sıfıra çıkaran, tüm yapıp-etmelerimizi değersizleştiren bi boştur. Demek ki ‘boşu' en az iki şekilde kullanıyoruz : biri sıfat şeklinde, bişeyin içinde bişeyin olmaması gibi, ‘adamın kafası boş’ derken boşu kullanıyoruz; diğeri de değer ya da amaç şeklindeki kullanım, değer verdiğimiz şeylerin değersiz ya da amaç olarak gördüğümüz şeylerin amaç olmadığını anladığımızdaki ‘boş’. İlkine somut boş; ikincisine soyut boş diyebiliriz sanırım.
İlkine şu örneği verelim : Adam çalışıyor-çabalıyor, para kazanıyor; cebi ya da kasası para ile doluyor (cep ya da kasa hiç boş kalmıyor.); bu adam, ‘cebim/kasam boş’ demez ama fakirleşirse, ‘cebim/kasam boş’ der. İkincisine de şu örneği : Bi adam büyük umutlarla çocuk yetiştiriyor (bu kendi çocuğu da olabilir, başkasının çocuğu da) ama çocuk adamın umutlarını boşa çıkarıyor; ‘tüm emeklerim boş/muş’ diyor; ama umudu gerçekleşmişse ‘iyi ki böyle bir çocuk yetiştirmişim, değdi, şükürler olsun Sana Ya Rabb/im’ diyor.
Bi başka örnek : Adam, dünya/dünyalık için o kadar çok çalışmış ki, çook zengin olmuş ama ölümcül bir hastalık ya da ölüm gelmiş, malı-mülkü hiiiç bi işe yaramamış, onu o hastalıktan ya da ölümden kurtaramamış!. Adam ölmeden ‘bu dünya boş/muş, hepsi boş/muş’ diyor; ölünce ne dediğini henüz bilmiyoruz!.
Öyleyse şunu söyleyebilir miyiz?
Belli bir süre cebimiz ya da kasamız dolabilir ama o sürenin sonunda boşalabilir; dolu bile olsa (dolu olduğu hâlde) biz “boş” da diyebiliriz, öyle değil mi?
Bu, “maddî boş”; bi de “manevî boş” var.
Nedir o?
Hayatımızda manevî olarak değerli/önemli gördüğümüz şeylerin ya burada/sağken ya da ötede/ölünce hiç bir değerinin olmadığını gördüğümüze, anladığımızda.!.
Bunun için şunu örnek verebiliriz. Adam yıllarca bi cemaate (sözgelimi FETÖ) samimî duygularla emek vermiş, yardım etmiş ama şimdi büyük pişmanlık yaşıyor ve “hepsi boş/muş”! diyor. Öte için --öteye henüz gitmediğimiz için-- Kitab’tan (Gayb'tan) örnek vermemiz icâb ediyor. “Onların kazandıkları şeyler ve Allah'ın yanı sıra edindikleri velîler onlara hiç bir yarar/fayda sağlamaz/sağlamayacak, onlar için büyük azap vardır.” (45/Câsiye, 10.)
Bu azabın büyük bir kısmı, pişmanlık azabı (boşa çalışma azabı, tüm çabanın boşa çıktığını görme azabı) olmasın!.
Allah-u A'lem. 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İHÂNET

KELİME/KELÂM & KAVL/SÖZ

HADİS & SÜNNET