BİLGİ NE İŞE YARAR?

Okumak, bilgi sahibi olup bir meslek edinmek içindir. Bilgi, hakim anlayışa göre alınıp satılabilen bişeydir. Mesleklerin arkasında bilgi ve beceri vardır. Kimi meslek salt bilgi ya da fikir; kimi beceri ya da yetenek; kimi de hem bilgi hem beceri gerektirir. Her mesleğin arkasında bilgi olmasına rağmen, görüntüde ve büyük oranda meselâ öğretmenlik bilgi, zanaatkârlık beceri, hekimlik hem bilgi hem beceri işidir.

İnsanlar meslek sahibi olmak için bilgi, beceri biriktirirler, sonra da bunları satarak para kazanırlar. Bilginin diğer biriktirdiklerimizden farkı, harcadıkça bitmemesidir.
Elbet insanlar işbölümü gereği mesleklerini yaparak hem para kazanmalı hem de kazandıkları bu para ile diğer insanların yaptığı işlerden faydalanmalı. Para bu faydalanmada araçtır. Parayı amaç/hedef haline getiren, para için çalışmaya başlar, tüm hayatını (okuma/öğrenmesi, mesleğini) paraya endeksler. Halbuki para yenilen-içilen bişey değildir, ihtiyaçlara aracılık eder, araçtır, amaç değildir. Paraya kendi ihtiyaçlarımızı karşılayacak kadarına sahip olunmalı, fazlası ihtiyacı olanlar için kazanılmalı, kullanılmalıdır.
Neden mi?
Bilgi ve beceri ya da meslek sahibi olunurken, kendimizden olan ile kendi dışımızdan olanın hesabını yaparsak cevabı kolay buluruz.
Bilmek için ne gerekir, onları hazır mı buluruz; onları biz mi kazanırız? Beceri, -el becerisi ise el- hazır bulduğumuz bişey mi, yoksa biz mi yaparız? Hazırsa nerden gelmiş? Yeterli mi? Diğer imkânlar... akıl, sağlık, mekân, zaman, müşteri, hava, su, ışık, toprak... bunlardan biri olmazsa mesleğimizi nasıl yaparız?
Tüm bunları Veren, kendi hakkını al, gerisini Bana(!) ver!. diyor. Bana, yani benim için. İstesem Ben verirdim ama sana vererek senin vermeni istiyorum. Bakalım ne yapacaksın! Kârun gibi benim mi diyeceksin; yoksa hepsi Sen'in mi. Bana verdiğin -ki her şeyi bana Sen verdin, veriyorsun, vereceksin- bana yeter, açgözlülük yapamam; verirsem, biliyorum daha çok ve daha büyüğünü, iyisini, güzelini (cennetini ve Rızanı) vereceksin; vermezsem, nankörlerden olup cezasını göreceğim (cehennem) mi diyeceksin?!.
Herkes zengin olsa kimse kimseye iş yaptıramazdı. Fakirlik de zenginlik de bir imtihan. Sistem, zengin-fakir uçurumunu artırsa da eşitlik imtihan dünyasında mümkün değildir. Malın/paranın şükrü, vermek; küfrü, vermeyip sahiplenmek. “Çabalarınız, meslekleriniz çeşit çeşittir. Kim verir ve sorumlu davranırsa. Ve en güzel olanı (Kur‘an, İslâm) doğrular, tasdik ederse; Biz ona kolayı çok kolay kılacağız.” (92/4-7) dediğini duydum ve itaat ettim.
Sorumluluğu çok üst düzeyde olanlar verirken verdiklerinden hiç bir ücret/karşılık beklemezler. (Dikkat! almaz değil, beklemez.) Onların ücreti hiçbir şeye ihtiyacı olmayandandır. El-Ğanîy olandan. Hep Veren. Hiç Almayan. Çook zengin Olan’dan. Her şeye gücü Yeten’den.
Yeterli düzeyde parası olanlar ve çok merhametli olanlar, verirken karşılıksız verir, hibe ederler. Çünkü her şey kendilerine hibe edilmiştir. İkramdır. Lütuftur. Nefes alıp-verme gibi. Aldığımız nefesin ücretini ödesek verirken yine borçlanırız, hadi onu da ödedik, tekrar alırken... hep borçluyuz, borçlu kalacağız. Ne yapsak bu borç ödenmez. Nefesin borcunu bile ödeyemeyiz derler. Ne yapsalar bu ikramların karşılığını veremeyeceklerini bilirler, onun için verirken karşılık gözetmezler.
Elbet O’nun ihtiyacı yok, tek istediği bizim O'nu sevip-saymamız. Tanımamız. Sözünü dinlemeye gayret etmemiz. O çabamızı görünce ‘Tamam' diyor. Samimiyetimize bakıyor ve not veriyor. Sadık ya da Nankör. Nankörler şuraya, Sadıklar buraya diyecek... Ve biz işte o zaman yaptığımızın doğru olduğunu anlayacağız; burada insanlar bizi "enayi"! görseler de...
“Bildiklerinizin hakkını verin, Allah size bilmediklerinizi öğretir.”(Hadis-i Şerif.) buyurur Efendimiz. Bilgi biyere kadar alınıp-satılabilir, o da israfa kaçmadan ihtiyaçları karşılamak içindir, biyerden sonra bilginin! bizde hakkı vardır. O hak zekât, sadaka gibi infak adı altında fakirin, yetimin, yoksulun, yolda kalmışın, çaresiz kalmışındır. Bize Veren, onların yanındadır, onlara verin Bana vermiş olursunuz diyor; biliyoruz ki O’nun hiç bir şeye ihtiyacı yoktur. Bizim onlar da çalışsın... deme lüksümüz yok; onların ihtiyacı için değil(!) bizim ihtiyacımız için imkanımız ölçüsünde, saçıp savurmadan (26/76) vermemiz gerekiyor! “len tebûr" kazanç = hiç zarar etmeyen, kesintisiz kazancın (35/30.) bu olduğu söyleniyor... Verirken de hissettirmeden, sessizce, duyurmadan. Duyan duyuyor, O yeter.
Kimi, bilgisini bilgi sahibi olduğunu göstermek ve unvan almak için (Doç. Prof.); kimi de bilgisini kapitalistlere satmak için (Ceo, Gen.Md.), kimi de bilgisini insanlara hizmet etmek için kullanır. Seçim bizim. Seçimlerimizden sorumluyuz. Lâ ikrâhe fiddîn = Dinde zorlama yoktur. Ne ekersek onu biçeceğiz; ötede kalacağımız yeri burada kendimiz belirliyoruz, O, samimiyetimize göre çoook daha fazlasını ikram edecek. (Yukarıda sayılan unvanları, makamları hakkı ile kullanan, o makamların gereğini lâyıkıyla yerine getiren insanlara şükranlarımı sunarım; o makamlar değerli makamlardır, o işleri herkes yapamaz.)

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İHÂNET

KELİME/KELÂM & KAVL/SÖZ

HADİS & SÜNNET