ÖZELEŞTİRİ ya da NEFS MUHASEBESİ

İnsan zaman zaman kendine neydim, neyim, ne olacağım; neredeydim, neredeyim, nereye gideceğim? sorularını sormalı. Madden ve Mâ'nen.

Madde ve ma'nâ aslında kesin çizgilerle ayrılan ‘şeyler’ değil, aynen beden ve ruh gibi. Bedeni ruhtan, ruhu bedenden ayıramayız; ayırırsak “ölüm” gerçekleşir. İkisi arasında yoğunluk ve derece farkı vardır, bunlar birbirlerinin mütemmim cüzleridir. Çook yoğun, kesîf ve katı olan madde/beden; çook latif ve şeffaf olan ise ruh/ma'nâ. İkisi arasında sayılamayacak kadar sonsuz derece/kademe, çeşitlilik var. Basit bir örnek : Su. Su, kesîf/yoğun olunca buz; lâtif/hafif olunca buhar oluyor. Kesîf/yoğun olan gözle görülüyor (şehadet); lâtif/hafif olan gözden kayboluyor (gayb).
İnsanın bedeni kesîf/yoğun cisimler içinde “en özenli imalât”; ruhunun menşei ise zaten ilahî.
Yaratılmış varlık, hiyerarşik olarak kesîf/yoğun ve lâtif/hafif bir “sınırlı sonsuzluk kümesi” içinde sıralı. Şu içinde bulunduğumuz âlem (dünya) ise bu kümenin çook küçük bir elemanı. İnsan da bu kümenin içinde hem küçülebilen hem de büyüyebilen bir eleman. Esfel-e Sâfilîne düşme potansiyeli de olan Makâm-ı Mahmûd'a çıkma potansiyeli de olan Ahsen-i Takvîm üzre yaratılmış bir varlık. Zübde-i Âlem.
İnsan Sûresinin ilk âyeti, insanın dünyaya gelmeden önceki oluş aşamasını, “insan daha adı anılmaya değer bişey olmadan 'uzuuun bir ândan epey uzun bir zaman' (hıynun minedehr) geçti de insan olarak anılmaya başladı.” diyerek özetler. İkinci âyet, dünyadaki oluş aşamasını “Biz insanı karma-karışık (emşâc) bir nutfe, spermden yaratık, (ona ruh üfleyerek can verdik, akıl verdik ve böylece) onu işitir ve görür kıldık ki imtihan edelim (nebtelîhî).” der.
3. âyet, 'ona hidâyetin yolunu-yordamını gösterdik (ve hedeynâhüssebîle), ister şükretsin ister nankörlük etsin.' (tercih kendisinin), (ona irade de verdik), der.
İnsan, öz-muhasebesini (özeleştirisini), irademi nasıl, ne şekilde kullandım da nereden nereye geldim, ne oldum ve ne olacağım sorularına verdiği cevaplarla yapar. Bunun için şu eylemleri gerçekleştirir : tedebbür, tefekkür, tezekkür, tefeqquh, teemmül ve tehayyül.
Tedebbür, geçmişten ders alma; tefekkür, tezekkür ve tefekkür aralarında fark olmasına rağmen daha çok hâlin/şimdinin sorgulanması; teemmül, gelecek planlaması; tehayyül ise hem geçmişin hem geleceğin hayal edilmesidir. Hayal, tedebbür, tefekkür, tezekkür, tefeqquh ve teemmüle (= sağlam bilgiye) yaslanmazsa ütopyadır. Doğru bir öz-muhasebe bu araçlarla yapılır.
İnanmayan insan, bu araçları sadece buradaki hayatı için; inanansa, hem bu hem ötedeki hayatı için kullanabilir. İnanan biri sadece burayı düşünüyorsa inancını sorgulamalıdır!. Burayı öteye hazırlık olarak görenler, elbet burada da en iyi pozisyonu (imkânları) elde etmek için çalışır ama öte hesaba katılmadan sadece bura için yapılan çalışma (akademik ve bürokratik kariyer planları) âhirete inanan biri için en azından abes kaçar. İnanan biri sonsuz/ebedî hayatı sonlu dünya hayatına tercih etmez/edemez. Eğer dünyada elde ettiği imkânlar (yaptığı kariyer), onu âhirete hazırlamıyorsa yeni bir hayat tarzına geçmelidir.
Bir tanıdığım bunu yaptı. Önünde çook iyi bir gelecek vardı, çok da başarılı bir şekilde ilerliyordu, çook yüksek bir gelire (maaşa) sahipti, bir süre sonra özgür iradesi ile işini bıraktı, yeni, sade bir hayat tarzına geçti; zaman zaman arıyorum, geliri neredeyse dörtte bir oranında düşmesine rağmen hayatından çook memnun, kendini çook mutlu ve huzurlu hissediyor. Bana söylediği şu : “Para insanı mutlu etmiyor.” Bunu ben zaten biliyordum ama onun söylemesinin çook daha başka bir etkisi oluyor, görüyorum; çünkü o yaşamın içinden konuşuyor ve bunu deneyimliyor, “âfâkî” konuşmuyor, bizzat yaşıyor. Âhiret hesabı yaptığı ve samimî davrandığı için sözü hâline/davranışına, yaşamına/yaşantısına uyuyor, böyle olunca da konuşması ve yaşantısı muhatapta etki/tesir bırakabiliyor.
Âyet ne diyor? “lime teqûlûne mâ lâ tefalûn.” = Yapmadığınız şeyi niye söylersiniz?” (61/Saff, 2.)
Allah-u A'lem Rabbimiz başarılarımızdan çok niyetlerimize ve samîmîyyetlerimize bakacak!.
Dünyadaki tüm makamlar (âmirlik-memurluk; fakirlik-zenginlik; hocalık-öğrencilik vs.) geçici; hangi makamda (konumda) olursak olalım, eğer o makamlar/konumlar iyi hizmete, temiz işe, iç huzuruna sebep olmuyorsa o makamları daha iyi bir şekilde doldurabileceklere terk edelim. Ölçümüz sadece maddiyat değil biraz da maneviyat olsun; hep tamahkâr değil biraz da fedakâr olalım.
Böyle düşünür, böyle yaşarsak kaybetmeyiz, kazanırız; kazancımız “len tebûr” (kesada uğramayan, batmayacak bir kazanç, 35/Fatır, 29.) olur.
Âhirete (sonsuz/ebedî hayata) inanıyoruz, değil mi?

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İHÂNET

KELİME/KELÂM & KAVL/SÖZ

HADİS & SÜNNET