SÜREKLİLİK

İngilizcesi  continuousness; Arapçası istimrar. İstimrâr’ın kökü merra, kesintisiz akan;  merî (مرى), yemek borusu; kelime (merra) istif’âl babında istimrâr’a dönüşmüş; bu babın özelliği üç temel harfe (M ve iki tane R), üç tane tâlî harf (Elif (İ), Sin ve = İST) ilavesiyle asıl kelimeye/köke geçişlilik/süreklilik özelliği vermektir. İstikbâl de böyledir; kök Kable/KBL, önce/ön demek (Kıble, kabîle de aynı) ama kelimenin başına İST gelip de kelime istif’al babına girince “önceleri/önceki ânları birbirine bitiştiren gelecek” anlamı kazanır.

Bu kelimeyi niye verdim?!.

Hayatı ve Kur'ân’ı binebze daha iyi anlayabilmek için.

Hayat da Kur'ân da (aslında tüm Vahiyler de) süreklilik arz eden bir “yapıdadır”. Tek tek hayatlardan bağımsız olarak hayat da kesintisiz akar/akıyor; Kur’ân/Vahy de akan bu hayatlara rehberlik eder, ediyor.

Dün Âdem’e, Nûh’a, İbrâhim’e, Mûsâ’ya, İsâ’ya ve Muhammed’e; bugün bize, yarın torunlarımıza...

Bu kesintisiz akış (süreklilik) içinde Kur'ân’ı nasıl anlamalıyız?!. O'nu 1400 sene önce söylenmiş bir “Söz/Mesaj gibi” mi görmeliyiz, yoksa halen söylenmekte olan bir Söz/Mesaj gibi mi?

İkincisi.

Öyleyse, bu, bizi dilin (Kur'ân Dilinin) doğal, canlı/yaşayan ve akıp-giden yapısına götürüyor ve O’nun her çağa bir Mesaj’ının/Söz’ünün olduğuna.

Günlük insanî (gündelik) dil de canlıdır ama bu dil şartlar değiştikçe zamanla değişir. Kur'ân’ın Dili (Din Dili) de böyle midir? Din dilinin semantik yapısı (anlam örüntüsü) ve dinî kavramların içerikleri dinin ruhundan beslenir. Dinin ruhu, maksadıdır; bu maksat El-İlâh = Allah tarafından “ucu açık bir şekilde tekâmüle ulaşılmak için” belirlenmiştir. Her toplum (kişi), içinde bulunduğu şartlara göre bu maksada/amaca uygun hareket eder; bu açıdan hiç bir toplum (kişi), başka bir toplumun (kişinin) aynı değildir, aynı yükü/sorumluluğu yüklenmez; kişisel ve toplumsal nesiller sürekli-akar; Kur'ân’ın her nesle söyleyecek kalibrede sözü vardır; bu bakımdan Kur'ân’ın Sözleri “standardize” edilemez ve tüketilemez, belli bir döneme de hasredilemez. İlk indiği çağdaki (Milâdî 7. yüzyıldaki) insanlara, konuştukları/anladıkları dilden ve şartların içinden konuşmuş; bugün de bize anlayacağımız dilden ve şartların içinden konuşur, konuşmakta... 

Dün, Şuayb (a.s.)’ın dilinden o günün en yakıcı konusu olan ölçü ve tartıyı (ticaret ahlâkını); Lût (a.s.)’ın kavminin dilinden cinsellik problemini (cinsel ahlâkı); İbrâhim (a.s.)’ın kavmi üzerinden şirk problemini gündemine alarak bizlere o kavimlere özgü konuşma örneklerini ve konularını aktarmıştır.

Bugün bizlerin yakıcı ve yıkıcı problemlerimiz neyse, Kur'ân’ın o konular üzerinde de söyleyeceği sözleri ve çözüm önerileri vardır, yarın da olacaktır. Yeter ki dünkü, geçmiş kavimlere özgü sorunları bugüne aynen (varmış gibi!) taşımayalım; problemler aynı ise elbet taşıyalım ama her çağın kendine özgü sorunları olduğunu da unutmayalım.

Hızlı bir değişimi ve kuşak çatışmasını yaşadığımızı biliyoruz, dede-torunu anlamazken, biz, asırlar öncesine gidip kendimizi onlarla “özdeş” görüyoruz.

Tarihten ders alalım ama tarihin tekerrür etmediğini de bilelim, önümüze (geleceğimize, hayatın anlamına/maksadına, dinin ruhuna) odaklanalım.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İHÂNET

KELİME/KELÂM & KAVL/SÖZ

HADİS & SÜNNET