KAZANÇ

Alın teri akıtarak, emek vererek elde edilen maddî-manevî fayda/yarar ve kârdır kazanç. Buna helâl kazanç deniyor; bunun haram olanı da var; o, başkalarının sırtından kazanılan haksız kazançtır.

Kazanç, önce hayatı idame ettirmek (hayatta kalmak) için elde edilir (temel ihtiyaçları temin -yeme-içme, barınma, bürünmek için); sonra hayatı güzelleştirmek (hayata kalite katmak) için; sonra da başka hayatlara katkı vermek için (infak).
Kazancın maddî olanı (yeme-içme, barınma, bürünme) ve manevî olanı (ilim, ahlâk ve iman) vardır. Kazancın helâl olanı, makbul; haramı ve biriktirilmesi (tekâsür), merduddur, reddedilmiştir.
Kişi, maddî ve manevî (temel) ihtiyaçlarından fazlasını infak etmekle mükelleftir. Maddî infak malla, manevî infak ilim (güzel öğüt/söz) ve hâl (davranışla/salih amel) ile olur. Güler yüz bile infaktır, sadakadır.
Maddî infak yapan kişi de manevî infak yapan kişi de emeğinin (alın terinin) karşılığını infak eder; emeksiz (haram) kazanç, infak sayılmaz. İnfak, malı da canı da temizler (zekât), Veren'e şükürdür, teşekkürdür, Veren'i memnun ettiği için malı da canı da bereketlendirir. Bu bereket, özellikle manevî infakta astronomik bir artışa = berekete sebep olur. İlim, mal (para) gibi değildir, verdikçe verende artar; para (mal), verince 'ilk etapta azalır'! ama ilimde böyle bişey aslâ olmaz; bundan dolayı ilim öğrenme ve öğretme övülmüştür ve “Allah'tan en çok korkan ulemâdır = innemâ yehşallahe min ıbâdihil ulemâ.” (35/Fatır, 28.) denilmiştir.
Verme (infak) olmazsa kazanç ya birikir ya da lüks için harcanır. Biriken mal neticede bi işe yaramaz. Bu kat-yat, araba ise eskir-çürür, yıkılır; altın-para ise devreder; kişisel konfor için harcanır ise lükse dönüşür, lüksün de sonu yoktur, bu lüks ebedî de değildir. Kişi, cenneti buraya getiremez; ölüm gerçeğini es geçemez, (ölüm her şeyi sıfırlar).
Kapitalist din (zihniyet), kapitaliste (zengine) burada cennet hayatı yaşatmayı vadeder ama bunu, çoğunlukla cehennem hayatı yaşatarak ve dünyayı cehenneme çevirerek yapar. 'Elindeki ile yetinme, hep daha iyisine = lüksüne sahip ol, lüks araban, evin, elbisen, saatin, ayakkabın, yazlığın-kışlığın, uçağın olsun; modası geçeni yeni moda olan ile hemen değiştir ki “toplumsal itibarın” da düşmesin, “özel” ol;! her şeyin “en iyisini, en yenisini” (bazen de klasiğini) sen kullan.', diyerek yapar bunu. Böyle bir yaşam (hayat), verdirmez, infak ettirmez; ben kazandım, o da kazansın, kazancımdan sınırsız kullanma yetkim var, nereye harcadığımın hesabını kimseye vermek zorunda değilim dedirtir.
Malda da ilimde de verme (infak) karşılıksız (beklentisiz, bedelsiz) olur, olmalıdır. Verilen, dünyalık bi bedel için verilirse bu, ticarete girer. Ticarette bedel, verilen şeyin aynı cinsinden de olabilir farklı bir cinsden de (para/mal veriliyorsa para/mal da alınabilir, şöhret/statü, itibar da). Hiç bi bedel beklenmeden (=Allah için, Allah'ın Rızasını kazanmak için) verilen mal ve ilim ise gerçek infaktır, gerçek vermedir; böyle bir insanın (vermenin) karşılığını Allah'tan başka kimse veremeyecektir, veremez, kimsenin buna gücü de yetmez!. O (Allah), bu karşılığı dünyada da ahirette de verebilir, O bilir; ama kişi verdiğine burada bi karşılık bekleyerek vermez; beklerse bu ticarettir.
Rasüller verdiklerini (ağırlıklı olarak ilim, vahyî bilgi) insanlardan bi karşılık bekleyerek vermemişlerdir. “Bizim ücretimiz yalnızca Allah'a aittir.” demişlerdir. (6/90. 10/72. 11/29. 11/51. 25/57 ve daha bir çok ayet.)
Dünyalık (dünyada) herhangi bir beklenti ile verenlerin hâlini/tipolojisini, Tekâsür ve Hümeze Sûreleri gözler önüne serer. Bu tipler kendilerine ölüm gelinceye kadar çalışır-kazanırlar, hiiç  vermezler ya da çook az verirler, hep biriktirirler; zenginlikleri ile övünürler, mallarına (paralarına) güvenirler, onları saydıkça sayarlar (hep hesap yaparlar); mallarının (paralarının) kendilerini ebedî kılacağını (kurtaracağını) düşünürler/sanırlar... ve ölürler, ... hiiiç bişey götüremezler, malları (paraları) onları ölümden kurtaramaz, ötede de onlara hiiiç bir fayda sağlamaz, üstelik onlar o malları kayıp etme duygusunun verdiği acı ve infak etmemenin verdiği pişmanlıktan dolayı kıvranırlar!.
Esas/asıl kazanç ötede. Burada kazandıklarımızı burada vermez/infak etmez isek burada kalacak; öteye gitmeyecek!, öteye gidecek kazanç, maddî-manevî infakla, Allah için paylaşmakla mümkün. Bura öyle ya da böyle geçici olduğu için geçiyor, geçip-gidiyor; ebedî (geçici olmayan) hayat için çalışanlar/kazananlar ise hep kazançlı çıkacak.
“Asra yemin (and) olsun ki insan (ların çoğu) ziyandadır; çok azı istisna. Onlar : İman edenler, salih amel işleyenler, hakkı ve sabrı tavsiye edenlerdir.” (103/Asr, 1-3.)

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İHÂNET

KELİME/KELÂM & KAVL/SÖZ

HADİS & SÜNNET