HAYAL

Etrafı sarp, sert, keskin kayalık ve çıplak dağlarla çevrili bir vadi; 5-10 km sonrası çöl; ekili arazi yok ve su kıt; asırlar öncesinde su olduğu bilinen zem zem kuyusu kurumuş; yiyecek-içecek ve giyecek binlerce km. uzaktan çöl iklimine dayanan develerden oluşan kervanlarla kışın güneyden, yazın kuzeyden geliyor; kervan sahibi tüccarlar bu malları istedikleri fiyata satıyor; alan alıyor, alamayan köleliğe razı oluyor; zor iklime dayanıksız kadının değeri yok; siyasal rejim/düzen kabilevî/feodal; feodal beyleri kabile reisi; kabileler 100-200 kişi; sık sık kabile savaşları yaşanıyor; misafirperverlik (ikram) var ama şöhrete kurban; çok keskin kast sistemi egemen; fakir aşırı fakir, zengin aşırı zengin; din parçalı; neredeyse her kabilenin ayrı tanrısı var; tanrılar put, ve tanrılara tapınma, kurban olma/sunma şeklinde mitik/mitolojik. Şehrin merkezindeki Kâbe, put evi. Etraf kabilelerin tanrıları da orada ve her yıl belli aylarda hacı adaylarının/ziyaretçilerin ziyaretine açık; soylu (zengin) kabilelerin hacı adayları süslü elbiselerle, fakirler çıplak Kâbe’yi ziyaret ediyor, tavaf ediyor, örtük ziyaret etmek isteyenler için “yüksek faizli elbise kredisi” var; hacca gelenlerin tüm harcamaları doğrudan ve dolaylı organizasyon komitesine (vakfa) akıyor; yalnız su bedava, vakıftan/organizasyon komitesinden; suyun lâfı mı olur, insanlık ölmedi ya!.

...

Kâbe’nin (put evinin) onarımı için malzeme gerekiyor, kabileler anlaşıyor Kızıldeniz’de Cidde yakınlarında karaya vurmuş gemi enkazı Mekke’ye getiriliyor ve onarım yapılıyor, gökten/cennetten indiğine inanılan kutsal taş hacer-ül esved’in yerine konulmasında kabileler, kabile reisleri anlaşılamıyor, neredeyse iç savaş çıkacak!, içlerinden akıllı biri bir çözüm öneriyor, ‘kimsenin dediği olmayacak, bekleyelim, buraya ilk gelen kim olursa onun dediği olacak.’ teklifini sunuyor, “tamam” diyorlar; çok geçmeden Muhammed çıka-geliyor. Muhammed abasını çıkarıyor, taşı üstüne koyuyor ve tüm kabile reislerini abasının bitarafından tutturuyor ve taşı yerine koyuyorlar...

Muhammed böyle bir coğrafyada, böyle bir iklimde, böyle bir toplumda dünyaya geliyor, O daha doğmadan babası, doğduktan çok kısa bir süre sonra da anası ölüyor; saygın ve cömert bir reis olan dedenin himayesinde büyüyor; adını da dede koyuyor, adının anlamı “övülmüş” demek, gerçekten ondaki meziyetleri herkes övüyor, Ona güvenilir anlamında el-emîn diyorlar. Onun çocukluk zamanında dedenin gelirleri azalıyor, çok ciddî ekonomik zorluklar çekiyorlar ve kısa süre sonra da dede ölüyor, ölüm döşeğinde iken sevdiği torununu oğlu Ebu Talip'e emanet ediyor. Ebu Talip de fakir, yeğen Muhammed ona destek olmak için çobanlık yapıyor, kuzeye giden kervanlara eşlik ediyor... Kuzey-doğuda Sasanî, kuzeyde Bizans, kuzey-batıda Mısır, güneyde Yemen ve Habeş’e (Etiyopya) kervanlar ticaret için gidip-geliyor...

Muhammed’in zihnine/gönlüne, kalbine gidip-gelen kervanlar henüz bilinmiyor!..

25 yaşına gelince 40 yaşındaki dul tüccar Hatice ile evleniyor; Hatice’yi isteyen çok ama Hatice kimseye “yüz vermiyor”, nedense (dürüstlüğünden olsa gerek!) Muhammed’e gönlü ısınıyor. Bu evlilik büyük ölçüde ekonomik rahatlık sağlıyor, Muhammed ticaret kervanı işini bırakıyor ama gönlüne gidip-gelen kervanların sayısı artıyor, hatta öyle bunalıyor ki kendini dağlara (Hira) vuruyor; 15 yıl... 15 yılın sonunda 40 yaşında “mağaradayken, Hıra’da iken” “Kutsal Bir Kervan!” geliyor... “Sen üzülme! Ben sana yol göstereceğim!, diyor.”

- Sen de kimsin?

- Rabbin!. 

“Korku ve titreme” ile evine = ailesine = Hatice’sine koşuyor...

- Sen üzülme! Sana kötü bişey olmaz, Sen kimseye kötülük etmezsin/etmedin ki!. Bu iyiye alâmet bişey olmalı!

- Ört beni Hatice’m. Üşüyorum. Titriyorum. Korkuyorum...

- Hele Sen endişelenme! Biçaresine bakarız... bidaha tekrarlarsa Bahira’ya (şu bizim kâhine) sorarız, bakalım neyin nesi bu!... Sen ne söylüyorsan doğru söylüyorsundur, Ben sana inanıyorum, Sen üzülme!.

....

Çok geçmeden “Kervan!” yine geldi...

- “Rabbin Seni terk etmez ve Sana darılmaz!. (Seni yalnız, çaresiz bırakmaz!)...” (Duha, 3.). “Kalk! Uyar!...” (Müddesir). (Hani, 15-20 yıldır üzerinde büyük ve ağır yük olduğunu hissediyordun ya! İşte Senin üzerindeki, omuzlarındaki o yükü, göğsündeki sıkıntıyı alacağım!) (İnşirah)...

....

- Ey amcamın oğlu Ali! Ben “böyle böyle bişeyler” işittim, ne dersin?

- Kimden?

- Rabbimden. 

- Rabbin de kim?

- Senin-Benim, tüm âlemin Rabbi, Bir ve Tek, yegâne ilâh, Allah.

- Sana inanıyorum. 

....

- Ey arkadaşım (Ebu) Bekir!. Ben, Senin de Rabbin, Benim de Rabbim Allah'tan vahy aldım; ne dersin? 

- Sen ne söylesen doğrudur; Senin yanındayım.

....

Ben de o gün orada olsaydım ve aynı soru bana da sorulsaydı!!!..

- Ey (ümmetim olduğunu iddia ettiğin) Hasan! Sen ne dersin?

- ....?


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İHÂNET

KELİME/KELÂM & KAVL/SÖZ

HADİS & SÜNNET