HADİS & SÜNNET

Hadis kelimesinin etimolojik kökü HDS (= حدث). Yaşanan olay, hâdise ve o olayın haberini vermek, demek.

Sünnet kelimesinin etimolojik kökü ise, SNN veya (= سنة/ سن). Kanun, yasa, gelenek, cârî = yüyürlükteki uygulama demek.

Her iki kelime de Efendimize nisbet edildiğinde, Hadis, Efendimizin yaşadığı olaylar karşısındaki tepkisine (= açıklamalarına); Sünnet ise uygulamalarına karşılık gelir; her ikisi de bağlayıcıdır.

Hadis kelimesi Kur'ân’da, “hadîs-i Mûsâ, ahsen-ül hadîs, hadîs-ül cünûd, hâze-l hadîs” ve emir kalıbında (= fehaddis = anlat!) şeklinde kullanılır.

Sünnet kelimesi ise, sünen ve sünnetullah şeklinde geçer.

Hadisi daha çok “teorik ve söz”; Sünneti de daha çok “uygulama ve amel” şeklinde anlamak da mümkündür.

Elbette Kur'ân, Efendimizin hayatı ile hayat bulmuştur. Efendimiz, Kur'ân’ı hem konuşarak açıklamış, hem de uygulayarak = yaşayarak hayat/ın/a aktarmıştır. Efendimizin yaşantısından önce, Ona Kur'ân inmeden önce de (cahiliyede de, daha önce de) yaşayan bir “sünnet = yaşayış = yaşantı” vardı; Kur'ân buna ‘sünnet-ül evvelîn’ der. (8/38. 15/13. 18/55.) Her ümmetin sünneti, içinde yaşadıkları coğrafyanın ve kültürün şartlarına göre değişebilir; mesnûn, değişme demektir, “min hamein mesnûn.” (15/26,28,53.) ama Allah’ın Sünneti (= yasaları = Sünnetullah) değişmez. = ‘ve len tecide li sünnetillahi tebdîlâ.’ (33/62.)

Allah’ın Sünneti (= Allah’ın doğaya, tarihe ve topluma koyduğu yasalar) değişmez; ama her toplum o yasaları içinde bulunduğu şartlar ve imkânlar ölçüsünde anlar, yorumlar ve hayata taşır. Efendimiz, 610 ilâ 632 arasında, Kur'ân’ı kendi yaşadığı şartlarda, söz ve uygulamaları ile sahih sünnete (= sünnet-i hasene’ye) dönüştürdü. Efendimizden sonraki halifelerin uygulamalarına da sünnet denildi. Hz. Ebu Bekir’in sünneti, Hz. Ömer’in sünneti gibi. (Bknz. Nehâri, Edâhi, I. Edâi VI, 458. Nebevî, IX, 20.)

...

Kur'ân’ı en iyi anlayan, uygulayan ve açıklayan Efendimizdir, bunda zerre şüphe yok. Biz, Onun uygulamalarını ve açıklamalarını aslâ görmemezlikten gelemeyiz ama Onu ve Onun getirdiği Kur'ân’ı anlarken, kendi zihnî, coğrafî, sosyal, kültürel, vb. şartlarımıza göre anlar, yorumlar ve uygularız; bu da gayet doğaldır; aksi, ya anakronizm ya da tarihe/geriye gitme ve değişime ayak diremedir.

Hadis’in ve Sünnet’in ortaya çıkış şartlarını (= o gün yaşanan hayatın şartlarını, yaşayış biçimini) ve maksatlarını (= mekâsıdı) dikkate almadan, Hadis’i ve Sünnet’i “şeklen ve aynen”! uygulamak, en hafif tabirle taklittir ve dini (zihni) dondurmak ve buzdolabına kaldırmaktır.

Hadis’i ve Sünnet’i “bir nevî tarih (= siyer) okur gibi makâsıdına dikkat ederek bütüncül okumak”! ve Efendimizin o günkü sözlerinden ve uygulamalarından bugüne dair dersler çıkarmak (= ibret almak), sanırım en doğru yol veya yöntemdir.

Kur'ân (= Kitâb), değişmez bir Anayasadır; Sünnet, şartlara göre değişen/değişebilen yasadır. Yasalar, anayasaya uymak zorundadır. Bu uygunluğu, tam bir şekilde (= %100) sadece Efendimiz tutturabilmiştir. Bizler de iyi niyet ve samimiyetle Efendimizi/Efendimizin Sünnetini kendimize örnek alarak (üsve-i hasene), Allah’ın dinini hayatımıza uygulamaya çalışmalıyız.

Salât-ü Selâm Onun üzerine olsun. Onun rehberliğinde yolumuzu (yönümüzü) kaybetmeyelim inşallah.

İcmâ ve Kıyas

İcmâ : Dönemin İslâm âlimlerinin (= müctehitlerinin = Kur'ân ve Sünnet’ten hüküm çıkaranların) ortak kararı; Kıyas : Her ‘hangi bir konuda’!, illetlerin ve maksatların dikkate alınarak kişinin kendi verdiği kişisel karardır. Bu dört esasta (= Kur'ân, Sünnet, İcmâ ve Kıyas’ta) yukarıdan aşağıya hiyerarşiye dikkat etmek, özen göstermek esastır; kişi, özellikle toplumsal ve siyasî (= dînî) konularda kendi kafasına göre karar veremez.


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İHÂNET

KELİME/KELÂM & KAVL/SÖZ