İNCE OKUMA

Bu yazıda, Yasin 2. sayfayı (her âyeti değil, karşılıklı öne sürülen argümanları/savları, 14 ilâ 19. âyetleri) ince okumaya (= yoruma) tâbî tutacağım. 

14. âyette, Elçiler : ... Biz size (Allah = Rahmân tarafından) gönderildik, diyorlar.

15. âyette, halk : Siz, Bizim gibi birer beşersiniz, Rahmân, bişey indirmedi (= göndermedi), sizler yalancısınız, yalan söylüyorsunuz, diyorlar. (Dikkat! Rahmân’a inanıyorlar, Elçilere inanmıyorlar; Onlara (= O Elçilere), Siz yalancısınız, diyorlar.)

16. âyette, Elçiler : Rabbimiz biliyor ki Biz, kesinlikle (le) gönderildik (= le-Mürselûn), diye cevap veriyorlar. Benim, esas üzerinde duracağım âyet, bu âyet; geleceğim.

17. âyette, yine Elçiler : Bizim görevimiz (vazifemiz) sadece apaçık gerçekleri açıklamak = tebliğ/beyan etmektir, (zımnen, sizden herhangi bir karşılık/ücret beklemiyoruz) diyorlar. 

18. âyette, tehdit var. Ahâli (= karye/şehir/kasaba sâkinleri ve onları örgütleyen mele, müfret = şımarık ileri gelenler; ki ahâli, kurulu düzenin desteği ve kışkırtması olmadan kendiliğinden bunu yapmaz/yapamaz) Elçilere : Sizin yüzünüzden başımıza uğursuzluk (sıkıntı, darlık) geldi; bu işten vazgeçmezseniz sizi taşlarız, yurdumuzdan süreriz, kovarız veya elîm bir azaba (işkenceye) tâbî tutarız, diyorlar.

19. âyette, Elçilerin cevabındaki sâkinliğe, Kendilerinden eminliğe bakın!. Size gerçekleri hatırlatmak (= zükkirtüm) uğursuzluk mu (= suç mu)?! Uğursuzluk sizde; siz müsrif (aşırı giden) bir kavimsiniz.

...

Şimdiii, beni esas ilgilendiren 16. âyetteki Elçilerin cevabına geliyorum. Neydi o? Rabbimiz biliyor ki Biz, kesinlikle (le) gönderildik (= Mürselleriz). = Rabbimiz bizim Mürseller (gönderilmişler) olduğumuzu biliyor; ama siz bunu inkâr ediyorsunuz.

Önce, bu açık tartışmanın (açık oturumun, müzakerenin) taraflarını netleştirelim ve durumlarına bakalım. Elçiler ve muhatapları olan insanlar. Muhataplarından inananlar olacak, inanmayanlar olacak ama çoğu inanmayacak (= insanların çoğu/ekserisi inanmaz = bel ekserihüm lâ yü’minûn.) İnsanlar İNANSIN-İNANMASIN Elçiler kesinlikle vazifelerini yapacaklar, bu görev, böyle bir görev. Elçilerin muhatapları olan insanlar için, Elçilerin inandırıcılığı = Onların ileri sürdükleri argüman, sav, delil bakımından da iki sorum var :

1. Bizler o gün o halkın yerinde olsaydık, Elçilere nasıl cevap verirdik?!.

2. İnanmayanlar için inandırıcı olmayan bu argüman, biz inananlar için inandırıcı mıdır?!.

İlk soruyu şöyle de sorabilirim : Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.) zamanında yaşasaydık ve Efendimiz : Ben size Allah’ın gönderdiği Elçi’yim deseydi, neye göre, nasıl karar verirdik, Ona ne derdik?!.

Onun görünüşüne (giyim-kuşamına) göre mi?!. (Ebu Cehil de Efendimiz gibi giyiniyordu.) Ahlâkına (= yaşayışına) göre mi?!. (Bu ahlâkın içinde Elçiyim diyenin ne yapmak istediği ve neyi amaçladığı da olmalı!.) Tüm Elçilere inanan ilkler, hep/genelde müstez’aflardan = sistem/kurulu düzen tarafından bir kenara itilmiş-kakılmışlardan, zayıf bırakılanlardan oluyor. (20. âyetteki “aqsal medîne”yi de böyle anlamak lâzım.) Bizler de, o gün kurulu düzen tarafından beslenen vicdansız birileri olsaydık, Efendimize tepkimiz buradaki (Yasin 2. sayfadaki) ahâlinin tepkisi gibi olur muydu, olmaz mıydı?!. Şimdiki inanmış hâlimiz gibi! düşünmeyin de inancın nasıl bir nimet olduğunu bilin/anlayın!.

Kritik soruyu tekrarlıyorum. Elçilerin ileri sürdükleri bu argüman (= Rabbimiz bizim Mürseller (gönderilmişler) olduğumuzu biliyor, argümanı), bugün biz inananlar için gerçekten inandırıcı mıdır; Elçiler, doğru söylüyorlar mıdır?!. Buna, bugün bizler gerçekten inanıyor muyuz?!. İnanıyorsak, niçin o şehrin çeperinden (= kenar mahallesinden) gelen “O adam” gibi Elçilere destek vermiyoruz?!.

Yoksa, Elçiler “öldü” mü diyoruz. Öyleyse, Onların getirdiği din de “öldü”!.

Bugün bizim Onlara desteğimiz, Onların bedenlerine (= maddî varlıklarına) destek şeklinde değil, getirdikleri Dini, Mesajı, Zikri. = Onların “zükkirtüm” dediğini hatırlatma (19. âyet) şeklinde olur, başka türlüsü zaten mümkün değil. Hatırlatmayı (= Zikri), sadece sözel olarak algılamayalım; en etkili hatırlatmanın fiilî = amelî = ahlâkî olduğunu da bilelim.

Hatırlatanlara hiçbir sözüm yok, olamaz da, ama hatırlayıp da hatırlatmayanlar vebal altındırlar; onlar “tarafsızlarını”!, sessizliklerini koruyorlar, kendi kendilerine (ile) konuşuyorlar veya en azından Elçilere ‘pasif/eylemsiz destek’! veriyorlar.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İHÂNET

KELİME/KELÂM & KAVL/SÖZ

HADİS & SÜNNET