MUHAMMED-ÜR RASÛLÜLLAH

Hep “Lâ ilâhe illâ-l Allah” dedik, ‘Muhammed-ür Rasûlüllah’dan bahsetmedik. “Lâ ilâhe illâ-l Allah”, ‘Muhammed-ür Rasûlüllah’ olmadan (= denilmeden) anlaşılamaz ve hayata aktarılamaz.

Muhammed (a.s), Allah’ın Elçisidir; Odur bize Allah’ı tanıtan, Allah’tan bize Mesaj getiren. Her dönemde veya her çağda, insanlara Allah’ı tanıtan, Allah’ın Mesaj’ını getiren ve hayata taşıyan bir Elçi olmuştur. Bu dönemin, bu çağın Elçisi de Hz. Muhammed (a.s)’dır.

“ve’alemû enne fîküm Rasülüllah... Bilin (= unutmayın) ki kesinlikle Allah’ın Elçisi aranızdadır.” (49/7.)

O, hâlâ aramızda mı; yoksa, M. 632’de aramızdan ayrıldı mı?!.

Bedenen aramızdan ayrıldı ama rûhen aramızda. O (a.s.), M. 632’de aramızdan ayrıldığında, Hz. Ömer, ‘O ölmedi’, demiş; Hz. Ebu Bekir de buna itiraz etmişti; aslında ikisi de haklıydı.

O, “ölürse”!, Onun getirdiği Mesaj da “ölür”!. Biz Onsuz, Onun getirdiği Mesajı anlayamaz, hayatımıza aktaramayız; Onun rûhaniyeti ve örnekliği (= hayatı, siyer) aramızdadır!. Aksi hâlde, ‘Muhammed-ür Rasûlüllah’ dememizin bir anlamı olmaz/kalmaz.

Onu, “öldürmemeliyiz”!; “öldürürsek”!, bu din kıyamete kadar yaşayamaz. Ona ‘sâlât-ü selâm’ getirmemiz, Onun yolunda/izinde yürümemiz, Ona destek vermemiz demektir; kuru-kuruya (= sözle/sözde), “Allahümme salli alâ Muhammed” demek değildir.

...

Bu arada, Kelime-i Şehâdet’deki “abduHû” kelimesine de dikkat çekmek isterim. Biz, diğer dinlerdeki (Hıristiyanlıktaki ve Yahudilikteki) gibi Elçileri tanrılaştırmayız = onları ilâh mertebesine yükseltmeyiz. (Hıristiyanlar, İsâ’ya; Yahudiler Uzeyr’e Allah’ın oğlu diyorlar/dı; Onları, Allah’ın yeryüzündeki ‘Elçileri değil de temsilcileri’! olarak görüyorlar/dı.) Temsilci, elçi gibi değildir; ikisi arasında ontolojik ve kategorik farklar vardır; bunu, biz bu düzeyde anlayamasak ve aynı anlamda kullansak da. Yiyip-içen, çarşı-pazarda gezen, def-i hacet yapan, evlenen ve çocuk yapan bir elçi, nasıl Allah’ın temsilcisi olabilir, Allah’ı nasıl temsil edebilir?!.

O/nlar (= O Elçiler), Allah’ın kuludur/kullarıdır; Allah, kulunu/kullarını Mesajını insanlara iletmek için kul-lanır. Onu (Hz. Muhammed’i ve Onları), “ilâh gibi kutsamak”! da, “öldürerek değersizleştirmek, işlevsizleştirmek” de yanlıştır. Bu sözümü, Onun sözlerini (= Hadislerini) âyet gibi görmek; Onun adına “sahte sözler (hadisler) uydurmak” şeklinde de anlayabilirsiniz. Onun adına “sahte sözler (hadisler) uydurmak” : Onu kendi siyasî ve toplumsal çıkarlarımız için kullanmaktır. Maalesef, geçmişte ve bugün, siyasî (ekonomik, kabilevî) çıkarlar için böyle durumlar yaşanmış, yaşanmaktadır.

Allah’ın Elçisinin elçilerini (= âlimleri, velîleri = şeyhleri) de “abd olarak” görmeli, onlara “ta’zimde/hürmette” aşırıya kaçmamalı, Tevhid’i bozmamalı ve şirke düşmemeliyiz.

Allah’ın Elçisi (= Elçileri) “bir/er postacı, bir ara kablo gibi” (de) değildir/lerdir; Onlar, birer “üsve-i hasene’dirler”; Onlar, getirdikleri Mesaj’ı bizzat yaşarlar, O mesajın “ağırlığını, yükünü” taşırlar, sorumluluk alırlar ve insanlara (= bize) somut örnek olurlar. 

‘Muhammed-ür Rasûlüllah’ demenin, Ona ‘sâlât-ü selâm’ getirmenin anlamı, gücümüz ve imkânımız oranında o yükü (Onun yükünü), o sorumluluğu (Onun sorumluluğunu) paylaşmaktır.

Bizler, çalışmadan kazanmaya alışmışız. Ona ümmet (= ashab) olmayı (‘Muhammed-ür Rasûlüllah’ demeyi) kolay mı sanıyoruz?!.

Sözle her şey kolay.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İHÂNET

KELİME/KELÂM & KAVL/SÖZ

HADİS & SÜNNET