İSLÂM DÜŞÜNCE TARİHİ

Tabiî ki çook muhtasar bir tarih anlatacağım.

İslâm’ın kendisi elbet bir düşünce değil, ama bizlerin İslâm’ı anlaması bir düşünce; buna, İslâm Düşüncesi diyoruz; bu yazıda bu düşüncenin çook kısa bir tarihini sunacağım.

Bu düşünce, Efendimiz hayatta iken yekpâre idi. Efendimiz vefat eder-etmez, önce hilâfet, sonra ilahî takdir konularında, sonra da Yunan aklının etkisi ile biçook konuda farklılaşmıştır.

Hilâfet konusu, ilk ayrışmaya sebep olmuş, ümmet, kendi arasında çatışmış, ümmet Şia ve Havaric/Hâricîler diye iki ana gruba ayrılmıştır. Çıkan çatışmalarda (Cemel ve Sıffin) karşılıklı ölümler olmuş, ölen ya da öldürülenler,  büyük günah (mürtekeb-i kebîre) işledi denmiş, onlar da ayrı bir grubu oluşturmuştur. Bu savaşlara bizzat katılmayanlar da iki gruptur: Mü’tezile ve Mürcie. Mü’tezile, aklen; Mürcie fiilen ayrılanları ifâde eder. Mürcie’nin içinden de, büyük ana damarı oluşturan Ehl-i Sünnet çıkmıştır, ki, Ehl-i Sünnet de mono-blok bir yapı değildir, orada da bir çook fırka-mezhep vardır. Mu’tezile de öyle, Basra Mu’tezilesi, Bağdat Mu’tezilesi vs...

Mu’tezile zamanla tarih sahnesinden silinmiş, geriye iki ana akım kalmıştır: Şia ve Ehl-i Sünnet. Şia’da da çook çeşitli grup ve anlayışlar vardır. İmameti, Hz. Ali’nin oğlu Hz. Hasan’ın soyundan olanlara verenler ile Hz. Hüseyin’in soyundan olanlara verenler. (İsmâiliyye, Câferiyye, Zeydiyye, İmamiyye, Hişâmiyye, Hâşimiyye, Gâliyye/Gulat vb...)

Ehl-i Sünnet’te bildiğimiz dört mezhep (Hanefîlik, Hambelîlik, Mâlikîlik ve Şâfîlik) var ama aslında diğer mezhepler zamanla tarih sahnesinden çekilmişlerdir.

Bu kadar çook gruba ayrılan İslâm ümmetinden hatırı sayılır bir grup da tasavvuf yolunu benimsemiştir ki, tasavvufta da Nakşîlik, Kadirîlik, Rufâîlik, Halvetîlik, Şazelîlik, Mevlevîlik, gibi çook sayıda grup vardır.

Bu neyi gösterir?

İslâm, ed-dîn olarak bir bütündür ama onu anlama, yorumlama ve yaşama noktasında insanlar farklılaşıyor. Bu, büyük oranda insanların içinde bulunduğu toplumsal ve siyasal atmosferden kaynaklanıyor.

Akıllı bir Müslüman, tüm bu akımları (yorumları) olabildiğince tanımalı ve aslâ hiç birini dışlamadan, hiç birine olumsuz yaklaşmadan, içinde bulunduğu şartlara, yaşadığı hayata yaşanmış bu tecrübeleri adapte edebilmeli.

Kimse, benim yaşadığım gerçek İslâm’dır, diğerleri ‘sapıktır/yoldan çıkmıştır’ dememeli.

İslâm (düşüncesi), bize böyle bir zenginliği bahşederken, bu zenginliği kendi aramızda çatışmaya, bölünüp-parçalanmaya dönüştürmemeliyiz; ama “kırmızı çizgilerimiz” de olmalı, o kırmızı çizgileri Kitâb ve Sünnet belirlemeli, bu da Kitâb ve Sünnet’i doğru anlayan ve doğru yorumlayan Muttaqî Âlimler Topluluğu ile sağlanabilmeli.

Âl-i İmran 103-105, “Hepiniz hep birlikte Allah’ın ipine sımsıkı tutunun, ayrılığa düşmeyin. Allah’ın üzerinizdeki nimetini hatırlayın. Hani bir zamanlar, birbirinize düşmandınız da O’nun kalplerinizi kaynaştırması sayesinde kardeş olmuştunuz. Ve yine ateş çukurunun tam kıyısında bulunuyorken, sizi ona düşmekten O korudu. İşte Allah âyetlerini böyle açıklıyor ki belki doğru yolu bulursunuz.

Sizden hayra çağıran, ma'rufu öneren (emreden), münkerden sakındıran bir “topluluk” bulunsun. Böyle yaparsanız kurtuluşa erersiniz.

Kendilerine apaçık belgeler geldikten sonra, ayrılığa düşüp parçalanan kimseler gibi olmayın. Onlar için büyük bir azap vardır.”

...

Bir bahçede biçook çiçek (ağaç) bulunur, hoş da olur ama çiçekler birbirlerine hayat hakkı tanımazlarsa, ortada bahçe de çiçek de kalmaz. İslâm, bizim ortak bahçemizdir, hep birlikte bu bahçeye sahip çıkmalıyız, onu içerden tahrip etmemeliyiz; dışardan tahrip etmek isteyen yeterince düşman var. Bizler, kendi aramızda hizipçilik (cemaatçilik, tarikatçılık) yaparsak, dış düşmanların ekmeğine yağ süreriz. 

Aman dikkat! ve çook yüksek hassasiyet!.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İHÂNET

KELİME/KELÂM & KAVL/SÖZ

HADİS & SÜNNET