Bİ SES, Bİ NEFES

“Her şey, her şeydedir; bişeyde her şey, her şeyde bişey vardır.” “Biyerden her yere; her yerden her yere ve (istenen) biyere gidilebilir.” “Sıfırdan sonsuza kadar olan doğal sayıların kümesi ile sıfır ile bir (0 ve 1) arasındaki ondalık sayıların kümesi eşlenebilir/eşitlenebilir.” “Nokta, sonsuz sayıdaki noktanın toplamıdır.” “Küçüklük ve büyüklük izâfîdir.” gibi cümleler hem muazzam bir dışsal evrenin (âfâk) hem de en az onun kadar muazzam bir içsel evrenin (enfüs) varlığına işaret ederler ve neredeyse ikisini birbirine eşlerler, eşitlerler.

...
Ankara'dan İstanbul’a da Londra’ya da Amerika’ya da Avustralya'ya da gidebilirim; bu gidiş dünyada yapılan bir yolculuktur. Yine Ankara'dan Cennete de Cehenneme de gidebilirim; bu gidiş de dünyadan öte dünyaya yapılan bir yolculuktur. Bu yolculukları yapan nedir? Beden mi ruh mu, ikisi de mi? Yolculukta yer değişmiyor, ben yer değiştiriyorum. Ben değişiyor/um (muyum?). Ben değişmezsem gittiğim yer ile geldiğim yer, aynı yer olmaz mı?!. Değişim/fark, mesafede mi yerde mi bende mi?!. Kötüye değişen kötü yere; iyiye değişen iyi yere gider. (İyi, gittiği yeri iyi; kötü, gittiği yeri kötü yapar.)
Yediğimiz (içtiğimiz) ve kullandığımız her şey topraktandır, topraktadır, topraktır (madenlerdir, madenlerdendir). İnsanın buraya ait bedeni de topraktır; toprakta bulunan minerallerdendir. Ruhumuzun neden/hangi şeyden/maddeden olduğunu bilmiyoruz ama “ilâhî nefesten olduğunu” biliyoruz!.
Var olan bişey boyut değiştirirse (söz gelimi 4. ve 5. boyuta geçerse), oşeyin maddesinin/özdeğinin ve şeklinin de değiştiğini biliyoruz.
Melekler ve cinler (şeytan dahil) topraktan değil ateştendir. Dinde ateşin “dumanlısı, dumansızı, kavurucu olanı (semûm, Hicr, 17.), yakıcı (mâric, Rahmân, 15.)” olanından söz edilir; tıptaki ateş ile fizikteki ateş aynı değildir.
Toprağın hareketi aşağı doğru, ateşin hareketi yukarı doğrudur. Toprak yetiştirir; ateş yakar-pişirir.
Tüm varlığın esası, aslı sudur denir. Thales ilk arkhenin su olduğunu söyler. Kur'ân, “Gökler ve yer bitişikti, Biz onları ayırdık ve her canlıyı sudan yarattık (ya da suyu her canlı için hayat (kaynağı) kıldık), (ve cealnâ minel mâi külle şey’in hayy.) der.
Hava, toprak, su ve ateşe göre daha latif daha hafiftir. Hava, bi tür nefestir (nefha), ruhtur. İnsan, belli bir süre topraksız (yiyeceksiz, yiyecekler topraktır, topraktandır), susuz ve ateşsiz yaşayabilir ama “havasız” yaşayamaz!.
İlâhî nefessiz hiç yaşayamaz!. Her şey, yoğunluğuna göre ilâhî nefestir.
Ne, neden (hangi şeyden) yaratıldı ise yaratılsın elbet ve muhakkak bir yaratıcısı var. Bu yaratıcı, yarattığı şeyleri bişey (biamaç) için yaratmış ve her şeyin özüne kendi görevini ilham etmiştir (üflemiştir); insan unutur diye de Elçi ve Kitap göndermiştir. İnsan ya içindeki/vicdanındaki sese/nefese (vicdan) ya da ilâhî vahy olan Ses'e, Kur'ân’ın Sesine kulak vermeli; şeytanın sesine değil.
İnsanda şeytanın sesi kötülük duygusu ve düşüncesi şeklinde; vicdanın = meleklerin (doğal melekelerin = fıtratın) sesi ise iyilik duygusu ve düşüncesi şeklinde duyulur. Şeytanın sesi insanı yakar; “meleğin sesi” ise insanın yüreğini, içini “ısıtır, ışıtır, aydınlatır”, onu mutlu eder.
...
Bin aydan (83-84 yıldan), bir ömürden daha hayırlı Kadir Gecesi gibi bir fırsat var önümüzde. Efendimiz bu geceyi Ramazan'ın son 10 gecesinde aramış ve bu son 10 gecede itikâfa girmiştir. 27. gecenin Kadir Gecesi olduğu net değildir; onun için bu son 10 günü ve geceyi çoook iyi değerlendirelim. “Bu gecede melekler ve Ruh iner = tenezzelül melâiketü ver ruhu fîhâ.” (Kadir, 4.)
...
Sadece bu gecede mi inerler?
Hayır. Bir insanın gönlüne Kur'ân inmişse, melekler o insanın gönlüne her zaman iner; artık o insan “şeytan gibi değil melek gibi” olur; “Rabbim Allah” der ve dosdoğru olur, dosdoğru davranır, islâmî bir hayata kavuşur.
“Rabb(imiz) Allah'tır. deyip, bu sözlerine bağlı kalanlar için hiçbir korku yoktur. Onlar üzülmeyeceklerdir.” (Ahkaf, 13.)
“Rabbimiz Allah’tır” deyip de dosdoğru yaşayanlar, işte onların üzerine melekler şu müjdeyle inerler : “Korkmayın, kederlenmeyin, size vaad olunan cennetle sevinin!. Biz, dünya hayatında da âhirette de sizin dostunuzuz. Orada, çok bağışlayıcı, çok merhametli olan Allah’tan bir ikram olarak sizin için canınızın çektiği her şey bulunacak, yine orada umduğunuz her şeyi elde edeceksiniz.” (Fussilet, 30-32.)
Hepimiz, “Rabbim(iz) Allah” diyoruz; hangimize melekler inip! de bişey söylüyor; kaçımız meleklerin Sesini duyuyoruz?!.
Gerçekten, sadece 'Rabbim Allah.' diyenler, 'bi ses' duymak isteyenler için çoook büyük bir fırsat var önümüzde. O da Efendimiz ve Kur'ân. 
Hep şeytanların sesini mi duyacağız?!.
Melek/ler, inanmamız gereken varlıklar; bazılarınca “varlıkları tartışılmakta!”, bunu, bağımsız, görünür bir varlıklarının bizzat var olup-olmadıkları noktasında söylüyorum. Eğer bağımsız bir varlıkları ‘yoksa!’, onlar Allah'ın Mülkünün (Kudretinin) ‘melekeleridir.’ Azze ve Celle’nin Zât'ı ve Fiilleri=Ef'âli, yapıp-etmeleri bizim tarafımızdan bizzat bilinemeyeceğinden, O’nun her işi melekeleri=melekleri yolu/vasıtası ile bilinir=yapılır, neticede O, tüm mülkün yöneticisi, Kral'ı, Melik'tir, tüm mülkün Sahibi Mâlik'tir, yapmaz, yaptırır.
Bilgi, bizim düzeyimize inmezse biz o bilgiye ulaşamayız; bilgi düzeyimiz artınca da bilgi bizi ‘yükseltir’; bu yükseliş, kavramları daha ‘farklı’ algılamamızı, anlamamızı sağlar.
O’nun mülkündeki her şey, herkes ya iradeli varlık/mahluk ya da iradesiz varlık/mahluktur; iradeli varlıklardan hata/yanlış yapmayanlar da yanlış yapanlar da vardır; hata yapmayanlara biz ‘melek’, hem hata yapan hem yapmayanlara insan; hata yaptığını kabul etmeyen ve hatasında ısrar edenlere de şeytan diyoruz.
O’nun mülkünde bizim bilgi alanımızın dışında görünür-görünmez nice varlıklar = melekût âlemi vardır; biz, O’nun mülkünü kuşatamayız. Mülkünde sayısız emre amade melek = melâike, cin, şeytan, insan vardır. İnsanlar içinde salih olanlar = meleklere benzeyenler (melek gibi olanlar); kârih/kötü olanlar = şeytanlara benzeyenler (şeytan gibi olanlar); bir de ne olduğunu bilmediğimiz cinler (cin, bizim tarafımızdan bilinmeyen/tanınmayan tüm varlıkların genel adıdır, cinlerin iyi olanı da kötü olanı da var.) vardır.
O (C.C.), Mülkünde tek tasarruf sahibidir = lehu-l mülk, el-Melik, Mutlak Kral'dır. Kral/Melik, kendi iş yapmaz, emir verir, yaptırır. Herkes (her şey), O’nun memlükü/kulu, kölesidir; onlardan bazıları itaatkâr, bazıları isyankârdır. Mutlak itaatkâr olanları, Kendi özel mülküne almış, temlik etmiştir, bunlar, O'na yakınlıklarına göre ‘özel adlar alırlar’, hepsinin genel adı ise melektir. Kendi’nin temlik etmediği ama temlike gönüllü olan iradeli varlıkların -ki bunlar da insanlardır- iradelerini kullanarak O’nun emrine gönüllü girmeleri sayesinde onları (insanları) meleklerden daha üstün/değerli (ahsen-i takvîm) kılmıştır; yine gönüllü/iradeli olarak emre isyan edenleri de değersiz (esfel-e sâfilîn) kılmıştır.
O’nun yarattığı tüm varlıklar ister itaatkâr ister isyankâr olsun neticede hepsi O’nun mülküdür; isyankârlar kendilerini şimdilik/geçici olarak mülkün sahibi olarak görseler de gün gelecek hatalarını acı bir şekilde anlayacaklar ve onlara şöyle sorulacak : ‘limen-il mülk-ül yevm? = bugün mülk kimin?. (Mü'min, 16.)
İnsana burası geçici olarak ‘memleket’ (mlk’den türeme), yurt kılınmıştır. Asıl yurdu/memleketi, bura/dünya (bura/dünya da O’nun mülkü) değil de âhiret/öte bilenler, meleklere; burası bilenler, şeytanlara daha yakın duranlar ve 'hayat, burada yaşadığımız hayattır.' diyenlerdir. (Mü'minûn, 37.)
O (C. C.), isterse istediği ân herkesi istimlâk (mlk'den) edebilir; etmiyorsa, ‘BiBildiği’ vardır; bu da büyük ihtimalle insana verdiği değerdendir, çünkü ona/insana irade vermiş ve insanın kendiliğinden O'nu Melîk bilmesini istemiştir; bilmeyenler, bir sanıya/kanıya dayanarak kendilerini mâlik = mülkün sahibi görürler ama ‘gerçekte’ onlar ve onların ‘güvendikleri/inandıkları, ‘lâ yemliku (mel(i/e)ke, yeml(i/ü)kü) nef'an ve lâ darran’dırlar = (yâni) onlar, ne kendilerine ne bibaşkasına fayda da zarar da veremezler/âciz ve güçsüzdürler.’

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İHÂNET

KELİME/KELÂM & KAVL/SÖZ

HADİS & SÜNNET