İNSANA DAİR ...

İnsanın kendini tarif etmesi tariflerin en zoru. Geleneksel tarifler insanı, beden ve/ile ruh varlığından; bedenini emre itaat eden, eyleyen (bedeni ile eyleyen); ruhunu da emreden (ruhu ile emir veren) bir varlıktan mürekkep olarak görür.

‘Bişey ile bişey yapmak’ onu araç olarak kullanmak = araçsallaştırmaktır; insan kendi bedenini araçsallaştırıyorsa, bu durumda onu araçsallaştıran ruh olur, ki ruh, insanın emreden/emir veren yanı olur. İnsan, saf/sırf ruh varlığı olmadığına göre, ruhun bişey yapabilmesi için “beden üzerinden yapması ve görünmesi”, ruhun “bedenin içindeki bişey” olarak, bedeni kullanması, ona emirler vermesi gerekir.
Bu nasıl olur? Ruhta (en azından her canlı varlıkta belli düzeyde bir ruh vardır) duyu, duygu, düşünce irade, akıl gibi yetiler yüklüdür; bedene de ruh canlılık (güç/enerji) verir; beden, enerjisini gıdalardan alırken; ruh, bilgilerden alır; ikisi de “dışsaldır”; et-ekmek, su da dışarıdan; bilgi de dışarıdandır; insan kendine (kendi kendine) yeten bir varlık olmadığından neticede (en nihayetinde) hepsi de “Kendi Kendine Yeten, her şeyi Yaratan ve Yaşatan Varlık’tandır.”
Gıdanın dışsal olduğunu herkes bilir de bilginin dışsal olduğunu bilemeyebilir. Bilgi de dışsaldır. İnsanın şeylerle (eşya ile), insanlarla (düşüncelerle), kısacası somut-soyut dış dünya ile karşılaşması sonucunda insan zihninde sırasıyla önce izlenim, sonra duygu, en son da fikir/düşünce oluşur; bunlar hemen oluşmaz; hemen oluşana/izlenime, o anda oluşana “durum”; sonradan oluşana, duyguya, özellikle düşünceye; ---duygunun etkisi uzun sürmez, gelip-geçicidir ama düşünce kalıcıdır--- “duruş ya da tavır” diyebiliriz. Yâni karşılaştığımız tek tek durumlar, bizde birikir, içimizde (ruhumuzda) süzülür, düşünme ile özleri çıkarılır, önce kanaate sonra düşünceye daha sonra da kalıcı hâle gelerek bir duruşa, tavra/tavıra ve inanç dediğimiz "şeye" dönüşür. Kanaatimiz de düşüncemiz de inancımız da zamanla değişebilir ama bu değişim kolay olmaz; ilk önce değişen kanaat, sonra düşünce, en son da inançtır.
İşte insan, bedenine emir verirken ya kanaatine ya düşüncesine ya da inancına göre/uygun emir verir. Tabiî buradaki emirler bedenin varlığına/yaşamasına (yeme-içmesine) yönelik emirler değil, bedeni kullanarak “değer üretmesine” yönelik emirler. Konunun daha iyi anlaşılması için insanı iki kategoride (birey ve tür) ele almak ve algılamak/anlamak da fayda vardır. İnsan birey yanıyla kendi; tür yanıyla içinden geldiği ve hâlen de içinde bulunduğu geçmişi, insanlık ailesi ve geleceğidir. İşte insanın değer üretmesi bu “ailesi ve geleceği” içindir; değer üretmenin insanlık ailesi için olması da gelecek için olması da aynı zamanda insanın kendi (bireyselliği) içindir. İnsan bu bireyselliğinin bedenî tarafını maddî gıdalarla beslerken manevî tarafını değerlerle, erdemlerle besler. Haa! bedenini zararlı maddî gıdalarla besleyenler olduğu gibi ruhunu da “zararlı/kötü değerler ve erdemler” (değerler ve erdemler kötü olamaz, doğru kullanım huy/alışkanlık olmalı; ben, vurucu olsun ve anlaşılsın diye bu şekilde kullandım) ile besleyenler de vardır.
Bedenin beslenmesinde bile denge bozulursa (kilo kaybı ya da obezite) çeşitli hastalıklar ortaya çıkıyorsa, ruhun beslenmesinde denge bozulmaz, hastalıklar ortaya çıkmaz mı? Çıkar. Çıkıyor. Ruhunu zararlı düşüncelerle besleyenler, kendine, topluma (devlete) ve doğaya (çevreye) zarar veriyor; faydalı/iyi (doğru/güzel) düşüncelerle besleyenler, kendine, topluma (devlete) ve doğaya (çevreye) faydalı oluyor.
Pekii fayda ve zararı ya da en bilinen tabiriyle kâr-zararı neye göre belirleyeceğiz? Bu konuda ölçü nedir, neye/nereye yaslanacağız? Temel nere/neresi?
Temel ruhun da yaslandığı “Yer”. Ruh, ---her ruh/can “nefha-i ilahî”dir, ilahî soluk/nefestir--- Tanrısaldır; Tanrı da (artık burada Allah), Kendi Kendine Yeten, Kendine yettiği gibi herkese ve her şeye yeten yegâne Kaynak’tır, Dayanak’tır. Tanrısız bir dünya (Tanrı'ya dayanmayan bir dünya) mümkün değildir; imkânsızdır, var olmaz, yaşamaz, yaşayamaz. İnsanın tanrısızlığı, ate olması (ateizm) sözdedir, kurgusaldır, dayanıksızdır.
Allah'a iman, en büyük güvencesidir. İmansızlar, dayanıksızdır. Ne demiş atalarımız  : “Duvara dayanma yıkılır, ağaca dayanma kurur, insana (onun aklına vs.) dayanma ölür.”
Tanrı’dan başka hiçbişey kendi kendine yetmez, hiçbirşey kendi kendine dayanak ol(a)maz; “Kendi Kendine Yete(n/r) Bir Tanrı'ya” (Allah'a) inanmadan da hiç bir kimse kendini emniyette/güvencede hissed(e)mez. Vicdanıyla baş başa kaldığında her insan bunu bilir ama şeytanıyla olduğunda unutur. Unutursak, unutuluruz!. “Gerçekten insan, (kendini yaratan ve yaşatan) Rabbine karşı çook nankördür; kendi de buna şahittir (bunu bilir).” 100/Adiyat, 6-7.)

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İHÂNET

KELİME/KELÂM & KAVL/SÖZ

HADİS & SÜNNET