MAZHAR

Bu kelime tasavvuf terminolojisinde çok sık kullanılır. Zahara, Zâhir’den mazhar. İki anlamı var. Ortaya çıkma, görünme ve bişeye, (nimet, ödül vb.) nail olma, erişme, ulaşma, (mazhar olma).

Tasavvuf teolojisi bu kelimeyi Allah için de kullanır ve ‘O’nun mazharı yoktur.’ der. Böyle demekle, ‘O, hem Zâhir (Görünen) değildir hem de bişeye nail değildir.’ demiş olur. Oysa O, Kendini hem Zâhir (hem Bâtın...) hem de En Güzel İsim-Sıfatlara “nâil” olduğunu söyler Kitâb’ında.

Bu durum, bizler açısından aslında büyük bir “ikilemdir.”!. Bu ikilemleri, tenzih-teşbih, muhkem-müteşâbih, cevher-âraz, nâsih-mensuh, madde-ruh, dünya-âhiret, şeklinde de çoğaltabiliriz; aslında bakarsanız bunlar (bu ikilemler), bizi diri/canlı ve uyanık tutarlar. Bunlar (bu gerilimler) olmasa idi hayat sıradan, tekdüze ve “heyecansız, duygusuz ve cansız” akardı, hayattan ‘hiçbizevk’ alamazdık...

Pekiî, bişekilde bu ikilemlerin halledilmesi, bu gerilimlerin çözülmesi gerekmiyor mu?

Gerekiyor ama burada değil, ötede; burası, bu gerilimlerle “anlamlı”, ve imtihanın (seçilimin) “sırrı da” burada.

Bu ikilemlerle (gerilimlerle) nasıl yaşayabiliriz ki!, insanı mahvediyor, diyebilirsiniz. Merak etmeyin, bu ikilemleri (gerilimleri) çoğu kimse hissetmiyor, dert etmiyor; hissedenler, dert edenler çook az; (yukarılarda imtihan/rekâbet çook çetin!), onların çoğunun da ayağı kayıyor.

Meseleye nasıl yaklaşılırsa, bu ikilemler (gerilimler) mesele olmaktan çıkar?

Tenzih-teşbih’e bireysel-psikolojik iç huzur; muhkem-müteşâbih’e ve nâsih-mensuh’a toplumsal barış; madde-ruh ve cevher-âraz’a felsefî, epistemik bütünlük ve süreklilik açısından bakarsak mesele büyük ölçüde hallolur.

Şöyle : tenzih-teşbih, nihaî/ilâhî Hakikat’in “neliği ve nasıllığı” hakkındaki “tasavvurdur.” Bu tasavvur, teşbihte tenzih, tenzihte teşbih şeklinde olursa, bu gerilim hem daha hafif hem de “mantıklı” olur; iki uçlara doğru kaydıkça “kaygı” artar. Teşbih ucunda Tanrı, bişeye benzer, sözgelimi insana, antropomorfik olur; tenzih ucunda hiç bişeye benzemez, “uçuk, ütopik ve mitik” olur. İlk hâlde de ikinci hâlde de “Tanrı”, birey/kul açısından “saygınlığını” yitirir...

Muhkem-müteşâbih ve nâsih-mensuh ikilemini (gerilimini) toplumsal/sosyal, siyasal baza taşıdım, çünkü konu, hem hukuk (yasa, düzen) hem de toplumların gelişimi ile alâkalı. Muhkem, kesin hüküm, kural ve yasa demek; hep aynı yasa ilelebet uygulansa “ilerleme-gelişme” olmaz; keskin ve anî olmamak kaydıyla müteşâbih (sıradışı, olağanüstü) içtihatlar, görüşler de önemsenmeli ama bunlar kemâli, tekâmülü hedeflemeli...

Madde-ruh, cevher-âraz meselesi uzun, ağır ve çetin felsefî, aynı zamanda dinî bir mesele; aslında çoook zor da değil, onu zorlaştıran “inançsız, amaçsız, serseri akıl”. Bu mesele de, öteki (teşbih-tenzih, muhkem-müteşabih, nâsih-mensuh gibi) meselelerle irtibatlı. İnsan, kim olduğunu, neden burada olduğunu ve meselelere nereden baktığını bilirse, belki çok iddialı olacak ama inanın çözülmeyecek mesele kalmaz!. 

Meseleler (sorunlar), insanın dışında değil, içinde. İnsan, kendi meselesini çözmeden hiç bir meseleyi çözemez.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İHÂNET

KELİME/KELÂM & KAVL/SÖZ

HADİS & SÜNNET