ANLAMA/K

Okuduğumuzu, duyduğumuzu, gördüğümüzü anlıyor muyuz?

Anlama nedir, nasıl bişeydir? 

Önce dilsel tahlil. Türkçe’de (anlak’tan), anlak’ın (beynin/zihnin) faal olması hâli; Arapça’da idrak’ten idrak/kavrama yeteneği. Türkçe, beyne; Arapça, kalbe (akleden kalbe) gönderimde bulunur. (ve lehüm qulûbün lâ yefqahûne bihâ, 7/179.) Belli ki, anlama, insandaki akıl (beyin/zihin) ve kalp (fuâd/lübb) ile alâkalı.

Duyu organlarına gelen veriler (ses, görüntü/harf, tat, his/dokunum vs.) beyne gidiyor, işleniyor; beyin onları önceki “bilgiler” ile ilişkilendiriyor ve bir “karara” varıyor; bu “kararı” onaylatmak için de kalbe başvuruyor; kalp onay verirse o “karar”, “bilgiye”; bilgilerin kendi içindeki “uyumu” da “imana” dönüşüyor.

İman, kişideki bilgilerin işbirliği, güç birliği ve amaç birliği yapmış hâli olmalı!.

Okuduğunu, duyduğunu, gördüğünü anlamayan (akıl yoluyla kavrayamayan), bilemez; şeylerin (yazının, sesin, görüntünün) künhüne (aslına/anlamına) varamaz.

Hayat ve içindekiler dinamiktir. Olanın ve olmakta olanın ne olduğunu bilmeyen, olacak olanı da bilemez, sezemez; olandan faydalanıp, olacak olana hazırlanamaz. Fehm/tefehhüm, önsezi/sezgi; tefaqquh/fıkh, kavrama; teaqqul/akıl, bağlama; tezekkür/zikr, hatırlama; teemmül/em(e)l, geleceği düşünme, planlama, ümit etme demektir. Olanı (dünü/tarihi), olmakta olanı (şimdiyi/yaşananı) anlamadan, olacak olanı “bilmek” (tahmin etmek) mümkün değildir.

Kişide akıl ve kalp körelmişse, kişi “anladım”!, dese de yalan söyler. Akıl ve kalbi, “oburluk, kabalık, vurdumduymazlık” köreltir. Onları uyanık (canlı) yutan, “sorumluluk bilincidir.” Sorumluluk bilinci, bir “duygudur”; bu duygu, muhatabı açısından ya içseldir ya da dışsal. Sorumluluk duyulan muhatap içsel olursa, sorumlu olan ile sorumlu olunan (kendisine karşı sorumluluk duyulan) aynı olur; dışsal olursa, farklılaşır ama bu, insandaki sorumluluk duygusunu ortadan kaldırmaz, onu sorumsuz yapmaz.

Akıllı ve anlayışlı bir insan, bu anlamdaki bir içsel sorumluluğu kaldıramaz; bu konuda kendini yeterli gör(e)mez; hep her şeyi çekip-çeviren “dışsal bir otorite” arar; bulan, bulur; bulamayan da arar-durur.

Bulan, onun ismini bilmiyorsa, ona “Hû” der. Hû zamirdir, aslı Hüve’dir; Hüve de zamirdir. Zamirler İsmin yerini alır/tutar; İsim bilinmiyorsa O (Hû/Hüve), “her şeyde ve her yerde”dir; İsmi bilen O’nu “her şeyden ve her yerden” tenzih eder.

O’nu/O’nun İsmini (Zât’ını) bilemeyenin kendi de isimsiz bir zamirdir. Zamir/(ﺿﻤﻴﺮ), Arapça’da gizli anlamı yanında (aynı zamanda) iç, derûn, kalp, gönül demektir. Zamir, dilbilgisinde “daha önce var olan” bir varlığın yerini tutan “adıldır”. O’nu/O’nun İsmini/Varlığını (Zât’ını) bilemeyen, ya hiç var olmamıştır ya da O’nun Varlığı yanında kendi varlığının bir anlamı kalmamıştır.

Anlamanın nihaî noktası bura/burası olsa gerek; buraya kadar anlamak için, anlama çabasına devam...

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İHÂNET

KELİME/KELÂM & KAVL/SÖZ

HADİS & SÜNNET