TEZ

Bu tez, zaman zarfı olan, çabuk anlamındaki tez değil; iddia, fikir, sav, anlamındaki tez. Bu yazı, bu anlamdaki bir tez savunmasını konu alacak.

Tez şu : Şeytan içimizde, dışarda değil. Bu iddiayı (tezi) sürekli dile getiriyorsun ama dün yazdığın “Allah, Âyet ve Âlem” adlı yazında, Allah’ın şeytana “iki Elimle yarattığım insana seni secde etmekten alıkoyan nedir?!.” (38/75.) diye sorduğu soruda, şeytanı “dışsal bir varlık” olarak gösterdin ve bu iddianı (tezini) çürüttün, diye bir eleştiri geldi. Doğrusu bu eleştiri beni sevindirdi; böyle “ince ve dikkatli okuma” yapan okuyucular, beni ümitvar kılıyor ve cesaretlendiriyor; bu yüzden bu eleştiriyi yapana teşekkür ediyorum.

Tezimden geri adım atmıyorum ve gerekçelerimi açıklıyorum.

Şeytan, insanla birlikte var. İnsandan önce o, bir melekti ve meleklerin içindeydi. Secde emri, meleklere verilmişti. Melekler, insandan önce yaratılmış varlıklardır.

İnsan, son yaratılan varlıktır (= halifedir) ve zübde-i âlemdir = o zamana kadar yaratılan tüm varlıkların özü, insanda vardır ve insan, akıl ve irade ile de donatılmıştır.

İnsana verilen görev; teklifledir, zorla değildir (= mükellefiyet). Teklif, kabul ve reddi gerektirir. Kabul, itaat; ret, isyandır. Kabul, insandaki kulluğa; ret, insandaki firavunluğa (tağutluğa) karşılık gelir; firavunluk ve tağutluk, şeytanlık, şeytanîliktir.

Meleklerin Âdem’e (= insana) secde etmesi, insanın itaat = Allah’a kulluk yanınadır; insanda isyankâr (= şeytanî) bir yan da var.

Melekler, insanın şeytan/şeytanî yanına secde (etmezler) etmediler; etselerdi, onlar da şeytan olurlar, şeytanlaşırlardı. İnsanın şeytanlaşmayan yanı, meleklerden üstündür; bu yüzden melekler insandaki bu üstün yana secde ettiler; bu üstün yanı göremeyen ve kendini beğenen melekler (sonradan iblis/şeytan adını alacak olan melekler) ise secde etmediler; onlara artık melek de denmedi, iblis/şeytan dendi. = “fesecedû illâ iblis.” (2/34).

İnsandaki bu üstün yan, isimleri doğru öğrenmesinden ve o isimlere göre itaat etmesinden = itaatkâr olmasındandı ama o da yanıldı, o da bilgisine = kendisine çook güvendi, oysa, Rabbine güvenmesi gerekiyordu; Rabbi ona zarar verecek olan ağacı göstermesine rağmen (= şu ağaca yaklaşma!), gitti ona yaklaştı; o ağaç, insanın içindeki günahın, şeytanın sembolüydü.

İnsanın itaat/taat veya Allah’a kulluk yanını melekler; firavunluk ve tağutluk yanını şeytanlar temsil ederler. = “fe elhemehâ fücûrehâ ve taqvâhâ” (91/8) Bunlar, insandaki duygu ve düşüncelerdir; insana/insanda bunların hangisi hâkimse, o insan, “bizim bildiğimiz insan”! odur. Allah katındaki değerli insan ise, Allah’ın emirlerine “âmennâ veya semi’nâ ve eta’nâ” diyen ve O’na itaat eden insandır.

İnsan (da), Allah’ın “... secde et ve yaklaş!. (96/19) emrine uyarsa, “melekler gibi” olur; uymazsa, “şeytanlar gibi” olur. Bu gibiler, benzetme gibisi değildir; insandaki hâllere = melekî ve şeytanî yanlara karşılıktır; siz dışarda bir melek veya şeytan görüyor musunuz?!.

...

İnsan tanımımızı sadece buraya, görünür dünyaya özgülersek, insandaki olumlu ve olumsuz (= pozitif ve negatif) yanları ve potansiyel güçleri sadece bu görünür dünya ile sınırlarsak, melek ve şeytanı anlayamayız. İnsan, buraya gelmeden önce, meleklerin kendisine secde ettiği varlıktır. O da şeytan gibi secde etmediği (= o ağaca yaklaşma! emrini dinlemediği) için düşmüştür. Ağaca yaklaşma! emriyle, Âdem’e secde et! emri arasında, emir olmaklık açısından, negatiflik-pozitiflik hariç, ne fark vardır; ikisi de emir değil midir, ikisini de Allah emretmemiş midir?!.

Diyeceksiniz ki, Cebrâil’i, Azrâil’i, Mikâil’i, İsrâfil’i ve onların emrindeki “irili-ufaklı melekleri”! nereye koyacağız?!. Onlar, insanın bedene (beden hapishanesine) girmemiş (sınırlanmamış), maddî olmayan = nûranî/rûhânî, itaat/taat eden yanlarının/yönlerinin sonsuuz türevleridir. Bedenlenme = insanın beden elbisesi giymesi, buraya özgüdür. İnsan, emir dinlemediği için buraya bedenlenerek gönderilmiştir ve insandaki olumlu ve olumsuz (= melekî ve şeytanî) yanlar (= taqvâ ve fücur), onun bedenine hapsolmuştur. İnsan, burada bu iyi/itaatkâr yanlarını/yönlerini geliştirir, kendini beden/madde zincirinden, esaretinden veya hapishanesinden kurtarabilirse, insan olur; burası, ona bunun için verilmiş son bir fırsattır. Kurtaran, kurtulur; ama her kurtaran, ötede aynı ivme ile hızlanmaz, yol almaz. Kemâl yolculuğu ötede de devam edecektir; aksi hâlde ötede sıkılırız. Kurtaramayan, yanar, yanacak; ömür boyu (= müebbed = ebedî) hapis yatar, yatacak.

Sanırım bu kadarı kâfî.

...

Bu tezi savunmanın yıllar önce savunduğum doktora tezini savunmaktan çok daha zor ve çok daha tehlikeli olduğunu biliyordum; zor da olsa savundum, kısa bir savunma yaptım; tezimden geri adım atmadım; orada da (doktorada da) böyle yapmıştım; buradaki jüri ne der, bilmiyorum; neticede bu bir tez, bir iddia; benim bu tezden (iddiadan) dönmem/vazgeçmem için aleyhteki delilleri görmem lazım.

Buyrun.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İHÂNET

HADİS & SÜNNET

RECM