BÜYÜME ÜZERİNE

Önce fiziksel büyüme, tabiî ki insanla ilişkili olanından. İnsan, doğunca bebektir; bebek, küçüktür; o bebek, sonra büyür, “kocaman adam” olur ama bu büyüme bir yerde durur. İşte buna fiziksel büyüme diyoruz.

Şimdi de ekonomik büyüme. Bu büyümeyi, bir pastaya benzetelim. Ulusal ve küresel ölçekte, insan sayısıyla doğru orantılı bir ekonomik büyüme, mâkul, hatta gereklidir; tabiî büyüyen/büyütülen pasta, âdil dağıtılırsa. Âdil dağıtılmazsa, pastanın büyümesi (= ekonominin büyümesi), insanlar arasında ekonomik eşitsizliğe (sınıf farklarına) neden olur.

Bir tanıdığımın babası emlâkçı idi; baba sermaye tuttu, oğullar bu sermayeyi inşaat işine transfer etti; çok büyük inşaat projeleri yaptılar, yapıyorlar; pastayı sürekli büyütüyorlar. Bir gün, ‘Nereye?!. Bu büyümeyi, başka bir büyümeye transfer etmenin zamanı henüz gelmedi mi?!.’ (dedim) “Nasıl, anlamadım”, dedi. ‘Biraz da ev almakta zorlananlara maliyetinin çok az üstünde ev satsanız.’ (dedim) “O zaman, bizim büyümemiz yavaşlar.” (dedi)  Bu yazı, bu diyalog üzerine düşününce şekillendi.

Ekonomik büyüme ile insanî (= ahlâkî) büyüme bir arada yürüyemez mi; biri ötekini kovar/kovalar mı?!.

Galiba, bu kapitalist rekâbet ortamında kovuyor/kovalıyor; ikisi arasında denge kurmak da pek mümkün ve kolay olmuyor. Ekonomik büyüme ile insanî (= ahlâkî) büyüme arasında bir denge (uyum) kurabilmek veya ekonomik büyümeyi ahlâkî büyümeye transfer edebilmek için, hayırlarda yarışan (= rekâbet eden) ve insandaki büyüme hırsını (yok eden değil) dizginleyen yeni bir ekonomi modeli şart gibi gözüküyor.

Büyüme durmamalı ama âdil dağıtılmalı. Eşit demiyorum; eşit dağıtım da adâletsizliğe yol açar; çalışanla çalışmayan, pastadan aynı payı almamalı; çalışan, aldığı fazla payı, çalışamayanlara (= hasta, sakat, mağdur ve mazlumlara) vererek, bu ekonomik büyümeyi, ahlâkî büyümeye transfer edebilmeli...

İnsanların fizikî büyümesi, nasıl bir noktada duruyor, ve, büyüyen insanlar eninde-sonunda ölüyorsa, kimse ekonomik büyümesini (zenginliğini) kefeniyle öteye götüremiyorsa, bu büyümenin öteye transferi, vererek (= vermeyi = iyilik etmeyi severek) olmak zorundadır. Bu, Allah’ı = malı Veren’i, maldan çok sevmenin de bir göstergesidir.

Özellikle bu zamanda insanın ahlâken = insanî olarak büyümesi, başka türlü mümkün değil.

“Ne verirsen elinle, o da gider seninle.”

Biz (çoğumuz), bizimle gitmeyecek, ölünce bize yoldaşlık etmeyecek, sadece burada bizi “besleyecek”! şeyler için çalışıyoruz; ölüm sonrasını düşünmüyoruz; üstelik âhirete de (ötedeki yaşama da) “inanıyoruz”! diyoruz.

Bizi, ahlâken büyütecek olan, yaptığımız iyiliklerdir. 

“Ey İman edenler, Allah’tan “korkun”! ve yarın için ne gönderdiğinize bakın!. Allah’tan “korkun!. Allah, yaptıklarınızdan haberdardır.” (59/18.) Âyette “vettequllah” ifâdesi iki kez geçer. Ben ilkini; Allah, size neler-neler verdi; neydiniz, ne oldunuz; ama O’nu unuttunuz, şeklinde; ikinciyi de, kendi aramızda çok sık kullandığınız ‘Allah’tan kork! (= vicdansız davranma, akıllı ve insaflı ol!), gibi okuyorum.

Belli bir büyüklüğe ulaşan şirketler (= onların sahipleri), topluma karşı sorumluluklarını ‘sosyal sorumluluk projeleri’ ile gösteriyorlar. Kişide Allah’a karşı sorumluluk (= taqvâ) yoksa, o ‘sosyal sorumluluk projeleri’ hikâye; büyümenin aracı; iyiliği, büyümenin kamuflajı olarak kullanmadır.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İHÂNET

HADİS & SÜNNET

RECM