BİLİM ve DİN

Bilim, şüphe ile çalışır. Bilimde “kesin doğrular” olmaz; bilim, “dogma”! değildir.

Her şeyden şüphe edilirse, bilim üretilemez. Bilimin de, geçici de olsa bazı doğruları (postulaları) olur ve yeni bilimsel üretimler, o doğrular üzerine inşâ edilir.

Bilim, bu doğruları nereden alır?!.

Yine kendisinden.

Dinden.

Kendisinden alırsa, kısırdöngüye girer. Hâlbuki bilimin kesin doğruları olmaz, bilim şüphe ile çalışır, demiştik. Bilim, aksi ispat edilinceye kadar, doğru bildiklerini “bilimsel doğru” kabul eder; aksi ispat edilince de onun artık bilimsel olmadığını söyler. Bu, mantıktaki a priori doğrular (= önermeler) gibidir.

A priori önermeler, fıtrîdir; din, sistemini bu önermeler (postulalar) üzerine inşâ eder.

Nedir onlar?!.

‘Bir cisim, aynı anda bir çok yerde olmaz/bulunmaz.’ Ama o cismi (tüm cisimleri = âlemi) Yaratan, aynı ânda her yerde bulunabilir. İki önerme de aklîdir. Bilim de din de aklîdir; ikisi de akla muhataptır; akılsız biri, ilim/bilim yapamaz, dinle de muhatap olamaz; akılsızın dini olmaz; insan, aklı ve iradesiyle mükellefiyeti (sorumluluğu) alır; teklif, akıllı ve iradeli bir varlık olan insana sunulur. Dînî sorumluluğu (= emâneti), dağların taşların almamasını ve bunun insana sunulmasını bu şekilde okumak-anlamak gerekir.

İnsan, kendisine verilen akıl ve iradeyi kullanmazsa, bu emânetin (= sorumluluğun) gereğini yerine getiremez; doğru-dürüst bir bilim de yapamaz.

İnsan, aklı ile doğruyu arar; arama ise, “eleştirme” ile olur ama eleştirme (eleştiri), salt eleştirmeye (eleştiriye) dayanmaz; eleştiri, eleştiri ile yapılmaz. Eleştiri (kritik) için, sabit bir doğru (veya doğrular, dayanaklar) olmak zorundadır. Bina, temelsiz ayakta durmaz. Ortada bir çook direk varsa, onlar da sağlam bir direğe (= temele, zemine, yere) dayanmak zorundadırlar; zemin çürükse, küçücük bir sarsıntı (eleştiri, deprem) o binayı (yapıyı) çökertir.

Bilim de, kendine böyle sağlam bir “zemin/temel” bulmak zorundadır; sürekli yap-bozlarla ilerleyemez. Bilimsel paradigmaların bir kaç yüzyılda bir değişime uğraması, bu yüzdendir; bu, bilimin sarsıntısıdır; bu sarsıntıya rağmen, bir çok bilim adamı ve onlardan etkilenen insanlar hâlâ bilime güvenmeye (= inanmaya) devam etmektedirler. Buna bilim dini (scientisizm) deniyor; bilim sanki, öncüllerini (kendi dayanaklarını ve araçlarını = aklı, vs.) kendi üretiyormuş gibi!.

Bilim, sağlam (kayyım) bir dinle (bu dinin sağlam postulaları, inanç/iman esasları ile) tanışmak, buluşmak zorundadır. Dini dışlayan bilimin dayanakları sağlam, üretimleri de ahlâkî ve insanî değildir; böyle bir bilim, her şeyle (dinle de) çatışır; enerjisini, yapmaya değil, yıkmaya (bozmaya) harcar veya yapıyorum derken yıkar. Bu yıkım, âniden/birden olmadığı için fark edilmesi de zaman alır.

Din, fizîken ve ahlâken bozulmuş olanı tamir etmek için vardır. Din, bozuk çalışan aklı da tamir eder.

Batı aklı, bozuk akıldır. Batı, her şeyi bozduğu gibi aklı da (fıtratı da) bozmuştur. Bozulmayan akıl, evrendeki düzeni anlamaya çalışan ve bu düzenle (= dinle) uyumlu çalışan akıldır.

...

Vasl ve Fasl

Vasl, vâsıl olmak, buluşmak; fasl, ayırmak, ayrışmak, ara vermek; mafsal, organların ayrım (aynı zamanda birleşme) yerleri. Böyle bakarsak, fasl, vasla varır/varmalıdır; diyebiliriz. Fasl, vasla varmazsa; bir çook şey (kesret) olur; birliğe, bütünlüğe (vahdete = vuslata) ulaşılamaz. Din, aklı fasılla çalıştırır ama vasla/vuslata da ulaştırır; bilim, fasılları (fakülteleri), dinden yardım almadan evrensel (üniversal) bir bütünlüğe ulaştıramaz; evrensel bir üniversite kuramaz.

Dinde vuslat, Tanrı’dır. Bilimin herhangi bir vuslat arayışı yoktur, hiçbir şeyden emin olmadan (!) sürekli arar.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İHÂNET

HADİS & SÜNNET

RECM