NİYET

Niyet, işin yapılışından önceki kararımız, planımız, amacımız; o işi niçin, niye yapacağımıza dair kastımızdır. İş, yapılmasa da olur mu?!. Olmaz, o zaman niyet ile düşünce arasında bir fark kalmaz; niyet edilen iş, yapılmalı, en azından yapılmaya başlanmalıdır.

Niyet, eyleme, düşünceden daha yakındır. Şöyle de söyleyebiliriz. Düşünce, insanı kasıtlı ve bilinçli (= niyetli) eyleme hazırlar; o eylem, yapılmadan önce, niçin yapılacağına dair niyet edilir.

Namaz kılmayı düşünüyorum ile niyet ettim namaz kılmaya, arasındaki farka bakın. Düşünce (düşünme), daha oluşmakta olan bişeyken; niyet, düşüncenin oluşmuş/olmuş bitmiş, eyleme çoook yakınlaşmış hâlidir. 

Niyet de bir düşüncedir ama eyleme çoook yakın bir düşüncedir. Namaz kılmaya niyet eden bir adam, gider abdestini alır = namaza hazırlık yapar, kıbleye döner ve ‘niyet’ eder. Bu (sondaki) niyet (= namaza başlangıcındaki niyet), sözlü niyettir; öncekiler fiilî niyete (o işi yapmaya, o namazı kılmaya) hazırlıktır. Fark ettiyseniz, namaza başlamadan önce geriye doğru bir gidiş var = (namaza hazırlık; sonra namaza başlamak için bir niyet var; niyete, o işi kafada kuran planlı ve kararlı düşünce dedik, niyet ederek o işe/namaza başladık. Namaz bitse de bitmese de = o iş yapılsa da yapılmasa da, sonuçlansa da sonuçlanmasa da biz o işi yapmış (o namazı kılmış) sayılırız.); bu, ileriye doğru da gider ama bitirmek için başlamak gerekir; başlamak, bitirmenin yarısıdır; niyet bozulmazsa, aslında bitirmektir. Çünkü, baş (başlamak) ile son (sonlandırmak) niyette aynı yerde, aynı noktadadır. Bu, elimizdeki ipin iki ucunu birleştirmek gibidir. Niyet, Kitâb’ta sadece Enam, 95. âyette, niyet formunda değil, nevâ (نوى) formunda geçer; nevâ, çekirdek demektir; nüve de çekirdek öz. İpin iki ucunu (= eyleme başlangıç ve bitiş uçlarını) birleştirince, elimizde “boş bir çember” oluşur. Bu çemberi (iki nokta arasındaki mesafeyi, yolu), eylem oluşturur; ama çemberin içini niyet doldurur; niyet boşsa, çember de boştur, o iş (o namaz) öylesine yapılmış, (öylesine kılınmıştır)!. Bu çember, (küçültüldüğünde) aslında bir noktadır, çekirdektir, nüvedir. İçi boş, nüvesiz, özsüz çekirdekler meyve/ürün vermezler. Olmayan ürünü de ona ihtiyacı olanlar yemezler. Bir iş, ya kendi ihtiyacımız ya da başkalarının ihtiyacı için yapılır. Yaptığımız işin içi boşsa, bize de başkalarına da hiçbir faydası olmaz ama bir işi yapmaya niyet etmiş de bitirememişsek, Rabbimiz o işi bitmiş sayar.

Bizim işimiz/görevimiz, iyi niyetle yola çıkmak ve o yolda yürümektir; yolun sonuna varmak değil. Yolda nelerle, kimlerle karşılaşacağımızı bilemeyiz; belki yolda karşılaştığımız kişiler bizi yoldan döndürecek, belki de bizimle aynı yolu yürüyecekler (= bize arkadaşlık, yoldaşlık edecekler)!. 

Niyet, hayır; akıbet, hayır. Niyet, bozuk; akıbet, bozuk.

Kişinin niyetini, niyet eden ile Rabbi bilir; o niyetin (= başlangıç niyetinin) bozulup-bozulmadığını da. Niyetteki samimiyet (= iyi niyet), ihlâstır. İyi niyetle yapılan işler (ameller), hem bizdeki ihlâsı (samimiyeti), hem de daha sonra yapacağımız işlerdeki kaliteyi artırır.

İlk düğmedeki (işteki) niyet yanlış olursa, öteki düğmelerin hepsinde bu yanlışlık devam eder. Hayat, kesintisiz bir süreç hâlinde devam ediyor. Yanlış, yanlışa; doğru, doğruya sebep oluyor. Kötü niyet, aslâ iyi sonuç vermiyor. Niyetlerimiz hep iyi olursa, akıbetlerimiz de iyi olur. ‘Benim iyi niyetimi istismar ettiler, beni yanlış anladılar’ diye üzülmeyelim; iyi niyetli olmakta ve iyi niyetle işe başlamakta ısrar edelim...

“Mevlâ görelim neyler. Neylerse güzel eyler.”

Yaptığımız her işin (amelin), sonucunu/ürününü  hemen, burada (= çoook çabuk) almak zorunda değiliz. Biz iyi niyetle, sağlam çekirdekleri (nüveleri, özleri) temiz toprağa “gömelim”!, onlar er-geç bir gün ürüne döner, birileri “yer”!; yemezse, sağlam çekirdek sayısını artırmış oluruz; fenâ mı olur?!.

Asıl sorun, GDO değil mi, fıtratı (= özgün yapısı) bozulmuş düşüncelerden (çekirdeklerden) mütevellit (doğmuş) niyetler ve işler (ürünler) değil mi?!.

İyi niyet, yapılan işin niye yapıldığı ile çook yakından ilişkili. Bir işin içinde maddî (= kişisel, toplumsal/kabilevî, siyasî, vb.) çıkarlar (menfeatler) varsa, niyet bozuktur. Niyeti düzelten, çıkardan feragattir, fedakârlıktır, çıkarsızlıktır, alma değil, vermedir; buna, Allah rızası (kamu yararı, hayr) için iş yapma, iyilik deniyor. 

Bir adam, ileride milletvekili olmak için sosyal faaliyet yapıyor (dernek, vakıf işlerine katılıyor); bir adam, ünlü olmak için kitap, makale yazıyor, akademik veya sivil toplantılara katılıyor olabilir; ama o adamın niyeti sadece milletvekili veya ünlü olmaksa = milletvekili veya ünlü olunca ne yapacağını bilmiyorsa = niçin milletvekili veya ünlü olduğuna dair hiçbir fikri yoksa, iyi bir niyeti de yoktur.

Hâsılı kelâm, her ne iş yapıyorsak yapalım, o işteki niyetimiz hâlis değilse (= Allah rızasına dayanmıyorsa), sonuç da (âkıbet de) iyi olmaz (= o iş, iyi sonuç vermez). Yemek yemeye başlarken bile bu böyledir. Yemek yemek, enerji almaktır; yemek yemeye başlarken çektiğimiz “Besmele”, niyettir; aldığım bu enerjiyi Senin rızan için kullanacağım, demektir.

Sonu O’na (O’nun rızasına) varmayan her niyetin içi boştur.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İHÂNET

HADİS & SÜNNET

RECM