KÂL ve HÂL-2

Kâl, bir hâl tercümesi mi, yoksa bir kurgu mu?!

Kâl, Arapça kâle/قال/söylemekten, söz. Kâle, kavvele’ye ve kavle’ye de dönüşebilir. Kavl, söz/beyanât; kavilleşmek, sözleşmek; mukavele, karşılıklı konuşarak sözleşme yapmak. Arapçada söz karşılığında : kelâm, lafz, hatb (hutbe), nutk (söylev), va’d (söz verme) ve ahd (sözlü ahit) kelimeleri de var; bunlar da söz. Kâlellahu Teâlâ = Allah Söyledi. Kâle Rasülüllah = Allah Rasulü söyledi; makamlar yüksek olduğu için buyurdu. 

Allah ve Rasülü, kimin hâline göre söyler/konuşur?!. Biz muhataplarının. Muhatap olmasa, söze (demeye/kâleye) ihtiyacımız olmaz ki. Rabbimiz Allah, 610 ilâ 632 arasında Rasülü ile konuştuğunda (kelâm ettiğinde), Rasülünün de içinde bulunduğu toplumun hâline göre konuşuyordu. Allah, hâşâ hayâlî ve sanal muhataplara konuşmaz, kurgu kurmaz, konuşurken eğlenmez.

...

Yaşanan = reel hayata dokunmayan söz, kurgudur; kurgu ise, bir tür masaldır, hurafedir. Söz, yaşanan = reel hayatı tahrif de eder, düzeltir de. Bu, söz söyleyen kişinin “hayat algısına” bağlıdır. Söz, hem hayat kurar, hem hayat bozar. Doğru sözü, doğru insanlar ve Allah söyler; Sadakallah-ül Azîm, bu demektir. Bu yüzden bizler, Kur'ân Sözünü doğru Söz kabul ederiz. Kur'ân, 610 ilâ 632 arasında yaşanan hayatı dönüştürmek için inmiş/indirilmiştir, Kur'ân’daki Sözler bunun için söylenmiştir. Kur’ân’ın her Sözünün hâlde, yaşanan hayatta bir karşılığı vardır, O Sözler, hâşâ aslâ kurgu = esâtır = masal değildir.

Söz, realiteden, hayattan koparsa, kurguya = esâtıra = masala dönüşür.

Masa başında yazılan kitapların, kürsüde söylenen sözlerin çoğu realiteden, hayattan kopuktur; bu yüzden bu sözlerin hayatla irtibatını kurmak zordur; bunu, yazı/yazının icadı kolay kılmıştır.

Kur'ân’ın önce yaşanmasına = okunmasına, sonra da yazıya geçirilmesine = yazılmasına = Metin/Mushaf hâline gelmesine bir de buradan bakalım. Bugün, elimizde Kur'ân’ın yazılı Metni (= Mushaf) var, ve biz bu Metni (= Mushaf’ı), hayata geçirmek = okumak = hayat kılmak istiyoruz. Bunu yaparken, yaşadığımız hayatın Metin (= Mushaf) ile, veya tersinden, Metnin (= Mushaf’ın), yaşadığımız hayat ile doğru bağlantısını kurmaya çalışıyoruz. Bugün Kur'ân’ı doğru okumak, anlamak ve yorumlamak, bu bağlantıyı doğru kurmaktan geçiyor.

Kur'ân, tüm zamanlara hitap eden evrensel bir Kitâb ise, (hâşâ) Allah’ın bu bağlantıyı bizimle kurmadığını = kurmadan konuştuğunu ve Kur'ân’ın tarihî/tarihsel bir Kitâb olduğunu iddia edemeyiz.

...

2500-3000 yıl önce söylenmiş sözlerin (= Yunan felsefî metinlerinin), nasıl o günün dünyasının şartlarında yazıldığını bilerek okuyor-anlıyorsak, Kur'ân’ı da öyle okuyor-anlıyoruz.

Kur'ân’ın lafzında (= kelime ve cümle yapısında) en ufak bir değişiklik yok; o lafızlar, bugüne de işaret ediyorlar; hayatlar değişiyor ama Kur'ân’ın lafızları (Sözleri) hiç değişmiyor; üstelik bu lafızlar bugüne de işaret ediyor. Pekiî bu nasıl oluyor?!. 

Çünkü, Kur'ân’ın “arzuladığı, düzenlemek ve sistemleştirmek istediği hayat”, evrensel, değişmez (ahlâkî) ilkelere dayanıyor ve Kur'ân, her dönemde yaşanan hayatların bu evrensel, değişmez (ahlâkî) ilkelere göre yaşanmasını arzuluyor; bunu yaparken, hayatların çeşitliliğini de (= coğrafî, kültürel şartları ve imkânları da) hesaba katıyor, herkesi = her hayatı tek-tipleştirmiyor. İnsanların = toplumların hayatını, bir bahçenin hayatı gibi ele alıyor; tek çiçekle, tek renkle yetinmiyor; tüm renkleri, tüm ırkları (kültürleri) bu bahçenin (bu dünyanın) doğal rengi/renkleri (üyeleri, vatandaşları) kabul ediyor ve hepsini birer âyet olarak görüyor.

Bu genişlikte, bu kadar hür/özgür bir “hayat tasarımı = düzeni” hangi dinde var?!. Kur'ân’a muhalif tüm sözler, bu tasarımı/düzeni bozmak için söyleniyor. Kur'ân, doğru okunup-anlaşılsa, tüm bu sözlerin değersiz birer kurgu (= masal, esâtır) olduğu da anlaşılır.

Yazı uzadı; özet cümleyi yazıyorum. Kur'ân ve Kur'ân’a uygun her söz, hâle de uygundur, hâli Kur'ân’a uygun kılmak için söylenmiştir ve doğrudur; Kur'ân’a muhalif her söz, kurgudur, hayâlîdir. Kur'ân’ı hâlden (hayattan) kopararak/kopartarak okumak, Onunla oyalanmak, eğlenmek ve Onunla hoşça vakit geçirmektir.

Biz Onu (= O Kur'ân’ı) okuyup-anlayasınız (= te'aqılûn; ve uygulayasınız) diye indirdik. (43/3)

Kur'ân’ı hayattan koparmak : 

Onu anlamadan okuyarak,

Onu kutsal görüp yükseklerde tutarak,

Anlamayı,  eğlenmeye dönüştürerek (de) olur. 

610 ilâ 632 arasında bu işler böyle değildi, Kur'ân, hayatın merkezinde/göbeğindeydi. Kur'ân’ın hayattan koparılması, önce şeklen 657’deki Sıffin savaşında mızrakların ucuna takılmasıyla; sonra da camiilere, mektep-medreselere hapsedilmesiyle oldu. Artık Onun hayatla irtibatı, 1400 yıldır, nağmeli/tecvitli okunuş ve ölüler üzerinden kuruluyor, hâşâ Kur'ân, bir ölü Metnine/Metne dönüştürülüyor!.

Kur'ân’ı diriltmeden biz dirilmeyiz. Kur'ân bizi diriltmeli. Bizim Kur'ân’ı diriltmemiz, Ona doğru ve temiz maksatlarla (lâ yemessühû ille-l mutahherûn) yaklaşmamızla ve Onu doğru okumamız = anlamamız ve anladığımızla amel ederek Onu hayata aktarmamızladır. Kur'ân, bizim hayatımızda dirilecektir; hayatlardan uzak Kur'ân, sahifelerde gömülü ölü/cansız Metin’dir/Mushaf’tır.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İHÂNET

HADİS & SÜNNET

RECM