HEM, HEM DE...

Batı aklı (bilimi) ve metafiziği, Aristo mantığı üzerine kuruludur; bu mantık, “ya, ya da” mantığıdır, siyah-beyazdır. İslâm bu mantığa (paradigmaya), mesafeli yaklaşır. İslâm’ın “mantığı”! “hem, hem de”ye daha yakındır. Bu yazı, bazı ‘kolay/basit görünen ama zor olan; zor olan ama kolay/basit’ görünen sorular sorarak, “hem, hem de” mantığını irdeleyecek.

Konuşurken, ben mi konuşuyorum, yoksa Bir’i mi beni konuşturuyor = Bir’i mi benim konuşmamı sağlıyor?!.

Ölünce, ben mi ölüyorum, yoksa Bir’i mi beni öldürüyor?!. Bu soru, biri beni silahla veya bıçakla öldürdüğünde de geçerli.

Bunun gibi veya buna benzer bir çoook soru sorulabilir. Bütün bu soruların karşılığı ‘hem, hem de’dedir.

Pekiî, konuştuğumuz yalanlarda, işlediğimiz günahlarda kim konuşuyor; buralarda da, “hem, hem de” diyebilir miyiz?!.

Hayır. Yalan, günah, vb. kötülükler Allah’a izafe edilemez; onlar bizim işlerimiz = bizdeki şeytanî iradenin işleridir.

...

Şimdi asıl can alıcı ve kritik olan soruyu soruyorum. Kur'ân, ilk olarak Efendimizin mübarek dudaklarından dökülen Arapça bir Kitâb’sa, niye Kur'ân’a Kelâmullah = Allah Kelâm’ı deniyor, diyoruz?!. Konuşan, Efendimiz mi, Rabbimiz mi?!.

Hem O, hem de O.

Efendimiz, Rabbimizin Elçisi. Elçi, Bismillah diyerek Allah Adına (Allah Adıyla) konuşur.

Son soruyu şunun için sordum : Kur'ân’ı okurken veya dinlerken, Rabbimizin, Efendimizin ağzından konuşmasını mı okumuş/dinlemiş oluyoruz, yoksa (hâşâ!) “doğrudan doğruya”! Rabbimizin Kendi Konuşmasını (= Kelâm’ını) mı?!.

Efendimiz de hayatta değil. (!!!.)

Bu sorulara verdiğimiz cevaplar, bizim Kur'ân’a yaklaşımımızı ve Onu anlamamızı belirler.

Benimle Sayfalar, Kitâb konuşuyor. 

Benimle Allah’ın Elçisi konuşuyor. 

Benimle Rabbim konuşuyor.

Kur'ân okurken, bizimle kim konuşuyor?!.

Kur'ân okurken (veya dinlerken) biz de, Bismillah diyoruz ama bizler, kağıda (Sayfalara) satır satır yazılmış Kitâb’ı (52/2) (= Metni = Yazıyı = Mushaf’ı) mı okuyoruz; bizimle Sayfalar = Kitâb mı konuşuyor; yoksa ... mı?!. Bu durumu netleştiremediğimizden olsa gerek, Kur'ân’ı okuduğumuzda Onu yeterince iyi/doğru anlayamıyoruz; anlayamayınca da hayatımıza aktaramıyoruz. (= sözle/kâlle ve fiille/hâlle anlatamıyoruz.)

Bu sorulara, ‘hem kolay/basit hem de zor’, dedim. Çünkü bu, vb. sorular, hem gündelik hayatın hem de kelâmî tartışmaların göbeğindeki sorulardır; kelâmdaki kader ve özgür irade meseleleri bu sorularla bağlantılıdır. Bu sorulara (meselelere) Aristo mantığı ile, batı aklı ile yaklaşınca, belki “kesin bir cevap” verebiliriz ama bu “kesinlik”, fırkalara/mezheplere ayrışmaktan başka, çok da fazla bir işimize yaramaz, yaramamış.

Abbasî hükümdarı Me’mun zamanında (= Hicrî 2 yy.) Yunancadan yapılan tercümelerle Aristo mantığı İslâm dünyasına girdi; o gün bu gündür, bu mantık bizi esir aldı, almaya da devam ediyor. 

Bu mantık, ‘ya bendensin ya da onlardan’ diyerek bizi bölüyor; oysa bu şekilde ikili bir akıl yürütme, hak-batıl ayrımı için geçerlidir; hak/din içi tartışmalar “olabilirlik = hem, hem de mantığı” üzerinden yürümeli/yürütülmeli, ve bir Müslüman, bir diğer Müslümanı, sen farklı düşünüyorsun diye dairenin dışına atmamalı, atamamalı. 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İHÂNET

HADİS & SÜNNET

RECM