HAMLIK & OLGUNLUK

Hamın bir çok anlamı var : 

Meyve ve sebzeler için kullanılan anlam : Henüz yenecek seviyeye gelmemiş.

İnsanlar için kullanılan anlam, ikiye ayrılır :

Bedenin hamlığı ve tavır, tutum ve davranışların hamlığı. Ham hayal (veya düşünce), hayatta bir gerçekliği/karşılığı olmayan şey (= düşünce).

Olgun ise, hamın zıttı. 

Bu iki kelimeye gelen lık-luk ekleri, durum bildirir ve genelde insan/lar için kullanılır.

Bir insan, ne zaman olgunlaşır?!.

Bunun yaşla ilgili olduğu söylense de çoğu insan, 40-50 yaşında hâlâ hamdır. İnsanın olgunluğu hayattan aldığı derslerle doğru orantılıdır.

Çok da deneyimli olmasam da, 8-10 yıl ders vermiş biri olarak, ders almanın, ders vermeden çook daha değerli olduğunu söyleyebilirim. Ders, sadece okullarda (ve kitaplarda) verilmez ve alınmaz; en büyük dersi, bize hayat verir.

Ders almayan, ders veremez, vermemelidir.

Aldığımız derslerin çoğu teorik (= kitabî ve şifâhî/sözlü/sözle) olduğu için; bunlar genelde teorik (= kitaplarda, sözlerde, sözde) kalıyor; hayat pratiğimize taşınamıyor.

İnsanı hamlıktan olgunluğa taşıyan teori değil, pratiktir, pratik hayattır, tecrübeleridir.

Buddha, bir prensti; sarayda “kaliteli” öğretmenlerden dersler almıştı; pek saray dışına çıkmıyordu, el bebek, gül bebek büyütülüyordu... bir gün dışarı, ahalinin arasına çıkar; oradaki ölümü, hastalığı, yaşlılığı ve acıyı “görür”; “ben de mi böyle olacağım?!.”, der; ve nirvana yolculuğu başlar.

Herkes, ölen, hastalanan, yaşlanan ve acı çeken insanları görür/görüyor; bunların hepsi bize aynı şekilde, aynı kalitede ders verir/veriyor ama o dersi, herkes aynı şekilde almıyor, alamıyor. Öğrenmek, ne zaman ders almaya dönüşür/evrilirse, işte o zaman öğrendiklerimiz bir işe yarar hâle gelir.

Ben de 40 yaşından sonra ders almaya başladım. Önceden aldığım dersler (lise, üniversite, master, doktora), kitabî ve şifâhî/sözlü/sözle idi; 40 yaşından sonraki derslerimin mahiyeti değişti.

Bu nasıl oldu?!.

Bir çok nedeni var.

Bir gün bir yakınımı Göz Hastanesine götürdüm. Hastane koridorunda bir gözünü kaybetmek üzere olan, 50-55 yaşlarında çook zengin bir adamla tanıştım. O : 30-40 yıl çalıştım, çook para biriktirdim, çook doktora gittim (gitmediğim doktor kalmadı); bu gözümü bana tekrar geri verene tüm servetimi veririm, dedi bana.

Kütüphanenin ödünç verme servisinde çalışırken, bir okuyucu/m : Niye okuyoruz, bu okumalar bizim ne işimize yarayacak, sonunda hepimiz ölmeyecek miyiz, diye sordu.

Doktorayı beraber yaptığımız bir arkadaşımın babası çook zengindi; babası onu İngilizce yeterlilik için İngiltere’ye göndermişti; bense İngilizceyi vermek = dil sınavından 65 alabilmek için yırtınıyordum; uzun süre dili veremedim, yaşım 35 olmuştu; askere gitmek zorunda kalmıştım, asker dönüşü verdim. O arkadaşımın babasının ekonomik çöküşüne ve bu çöküşün onu, ölüme nasıl götürdüğüne şahit oldum.

Bir akrabamın kanser tedavisinde aldığı yüksek dozlu kemoterapinin onun tüm vücudunu yaktığını, etlerinin lime döküldüğünde şahit oldum, ... daha çok hâdise var; hepsini yazamam.

Bunlar birikti ve en sonunda benim hayata bakışımı değiştirdi; olgunlaştırdı, diyemiyorum; henüz olgun olmadığımı düşünüyorum.

Meyveleri Güneş (ateş) olgunlaştırır; beni henüz ateş yakmadı; ateşi hep uzaktan gördüm/tanıdım; henüz ondan bir kor almadım. Buna, hayıflanmalı mıyım, yoksa şükür mü etmeliyim; bilmiyorum.

Olmadan (= olgunlaşmadan) olmuyor. Ham “meyve”! yenmiyor.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İHÂNET

HADİS & SÜNNET

RECM