KÂR-ZARAR

Bu kâr-zarar başka; ekonomik değil, ontik ve etik; iyi-kötü ve onlar karşısındaki tutumumuzun muhasebesi, mizanı. 

İyi nedir, kötü nedir; iyiyi, kötüyü bilmek mümkün müdür?!.

Bu soruyu dinden bağımsız cevaplarsak : İyi, bize zarar vermeyen, aksine fayda veren, hoşumuza giden, bizi büyüten şey; kötü de tersi : bize zarar veren, üzen ve bizi eksilten şey. Malın azalması, aklın azalması, sağlığın-sıhhatin bozulması, duygu ve düşüncelerin zarar görmesi, onurumuzun incinmesi = hakarete uğramamız gibi durumlar kötüdür.

Herkes, iyiliği için çalışır, ama istemeden de olsa herkese kötülük de isabet eder, kötülerle de karşılaşır. Herkes iyi olsaydı, insanlar da birer melek olurlardı. İnsanın mayasında iyi de kötü de var. İnsanın yürüdüğü yol, her ân çatallanabilen bir yol. İnsan, iyilik yaptığını düşünürken, kötülüğe; kötülük yaptığını düşünürken, iyiliğe meyledebilir.

...

Savaş normalde kötüdür. Savaşlarda insanlar ölür veya öldürülür. Savaşan tarafların aynı ânda (ikisinin de) iyi, aynı ânda (ikisinin de) kötü olması mümkün değildir; öyle olsaydı savaşmazlar; illâki savaşan tarafların biri kötü, biri iyi olmalıdır. İnsan, böyle bir varlıktır. İnsanda kazanan taraf iyiyse, o insan iyi; kötüyse, o insan kötüdür. Kötü, iyiye zulmeden, hak gasbında bulunan; iyi, zalime/haksıza karşı koyan, hakkını savunan...

İyiye/iyilere, kötü/ler niye musallat olur, oluyor?!. İyi, iyiliği/ni; kötü, kötülüğü/nü yaymak = hâkim kılmak istiyor; bu yüzden aralarında sorunlar (= kavgalar, savaşlar) çıkıyor. Buna, hak-batıl mücadelesi olarak da bakabilirsiniz.

Bu mücadelenin bir prototipi de içimizde; duygu ve düşüncelerimiz de bizim içimizde savaş hâlindeler; bizler, kazanana göre davranıyoruz. Bir duygumuz : ‘bu gece iyi bir uyku çek’! derken, öbür duygumuz : ‘kalk, uyku zamanı değil, çalışma zamanı, çok açığın var, onları kapatmaya bak’, vs. diyor. Bir düşüncemiz : ‘millet çalışıyor, para (= mal-mülk), makam, ün-unvan kazanıyor, lüks/konforlu bir hayat yaşıyor, diyar-diyar da geziyor; sen ise beş kuruş para getirmeyen, makam, ün-unvan vermeyen işlerle uğraşıyorsun, üstelik zor geçiniyorsun; git sen de çalış, senin onlardan neyin eksik, üstelik "fazlan"! da var, sen de iyi evlerde/semtlerde oturabilir, iyi arabalara binebilirsin, insanlar sana da efendim diyebilir’, vs. diyor... 

İnsan, içindeki hangi duygu ve düşünce galip gelmiş/kazanmışsa ona göre davranıyor, iş yapıyor.

Kimi, peşin kazancı seviyor; kimi de kazanıp-kazanamayacağını dâhi bilmeden ‘Allah Kerim’ diyor. Kimi, buradaki kazançların er-geç tükendiğini (çoğu kazananın iflâs ettiğini) veya insanların bu kazançlar için ne taklalar attığını (= ahlâksızlıklar yaptığını), ne bedellerin ödendiğini, bu kazançların ne dertlere ve belâlara sebebiyet verdiğini, hastalık, sakatlık, hele de ölüm ânında hiçbir işe yaramadığını biliyor, görüyor... Pekiî öbür adamın ‘kazancı’!, ölüme ve hastalığa çare oluyor mu?!. Hayır. Öyleyse ne fark var?!. Beklenti (umut) farkı var. İlki, umudunu burada tüketti/öldürdü, yok etti; öteki, öldürmedi, yaşattı. Hangisi kârlı, hangisi kazançlı?!.

Bu dünyada başımıza gelen, bize isabet eden iyilik ve kötülüklerde bizim etkimizin ne kadar olduğunu bilmeden kimimiz savaşıyor kimimiz de teslim oluyoruz.

Savaşmak, iyiyi-kötüyü bilmekle ve ikisinden birini tercih etmekle; teslim olmak, ya İyiye (= Allah’a) ya da kötüye (= şeytana) kendini vermekle (= tevekkülle) oluyor. İlkinde, (ben) ‘varım’; ikincide, ‘yokum’!. Bir varım, bir yokum!...

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İHÂNET

HADİS & SÜNNET

RECM