DİNİN GÜNE TERCÜMESİ

Din, dün (610-632) indi ama bugüne ve her güne hitap ediyor. Bu önermeyi kabul ediyorsak = dinin son din ve kıyamete kadar geçerli bir din olduğuna inanıyorsak, bu dini, bugüne ve her güne tercüme edebilmeliyiz.

Dinin özünde bu “elastikiyet/esneklik ve genişlik” var ama bunu biz nasıl yapacağız?!. Bu, aslâ bir din/i yenileme, dinde tecdide/yeniliğe gitme veya dini yeniden ihyâ etme değil; dini, yaşadığımız hayatta aktif hâle getirmedir. Dün, modernistlerin (Afgânî, Abduh, Reşit Rıza, vb.) yapmak istediği buydu ama başarılı olamadılar.

Bunun için :

Dinin evrensel ilkelerini, değişmez inanç esaslarını belirlememiz ve bunlardan aslâ taviz vermememiz şart.

Bu ilkelerin dönemsel (tarihsel, tarihteki) uygulamalarını aynen tatbik etmek için değil, tahlil etmek ve ibret almak = dersler çıkarmak için öğrenmeliyiz. Bunlar, İslâm değil, İslâm/ın Tarihidir; tarih aynen tekerrür etmez.

İslâm’ın yapın veya yapmayın dediği = emrettiği hususlar, günün reel/olgusal şartları içinde ve yaşanılan durumda oluşur, gerçekleşirler. Örneğin, Hz. Mûsâ (a.s.)’a verilen, “Firavuna git”! emri, böyledir. Bugün, ne O Hz. Mûsâ, ne de o Firavun vardır. Bu emri sadece Hz. Mûsâ (a.s.)’a verilmiş bir emir gibi görmek de mümkün değildir; Bu Kitâb, hepimize hitap ediyorsa, bugünün Mûsâları, bugünün Firavunlarına gitmek zorunda. Nasıl, namazı kıl, zekâtı ver, Ramazan orucunu tut, gibi emirleri bir kişiye tahsis etmiyorsak, her emre ve nehye böyle bakmalıyız. Ve bu emir ve nehiyleri, bugünün şartlarına ve imkânlarına göre yerine getirmeliyiz.

İslâm, dün (610-632), muhatap aldığı toplumun (Kureyş’in) örfünü/kültürünü ve içinde bulunduğu (sosyo-ekonomik, kültürel, siyasî, coğrafî vb.) imkân ve şartları yok saymadı; beğenmediğini değiştirdi, dönüştürdü, bir kısmına hiç dokunmadı... İslâm, tarihe geri götürülerek yaşanmaz; bugüne getirilerek yaşanır. İslâm’ı bugüne getirmek, dün yaşanan İslam’ı = İslâm Tarihini değil, İslâm’ın evrensel ahlâkî ilkelerini bugün tatbik etmekle, uygulamakla olur. Bu ilkelerin merkezinde Tevhîd vardır; Tevhîd hem kurucu ilke hem de düzenleyici ilkedir; bu ilkeden aslâ taviz verilemez; verilirse, tüm yapı çöker. Diğer ahlâkî ilkeler, adâlet, hakkaniyet, merhamet, ehliyet-liyakat, sorumluluk (topluma ve Allah’a) hesap verilebilirlik (dünyada topluma ve âhirette Allah’a), mal, can, din (düşünce), namus emniyeti, doğruluk, dayanışma-yardımlaşma, vb...

Dinin dün, güne tercümesini (= taşınmasını) Efendimiz yaptı ve buna Hadis de(n)di; Hadis, o ân olan/yaşanan olay (= hâdise) ve söylenen söz (Hadis) demek. Haddese, bi şeyi yeni hâle getirmek, yenilemek, demek. Hâdis, yeni olan; kadîmin zıttı. Hadis, Efendimizin o gün olanlar için söylediği sözler. Buna Hadis dendi dedim, dedi, demedim. Efendimiz zamanında bizim anladığımız anlamda Hadis kelimesi kullanılmıyordu; hicrî 100’den sonra, bu kelime literatüre girdi; sonra da bir disipline dönüştü. Hâdis külliyatı, hicrî 100-150’den, Ömer b. Abdülaziz devrinden sonra oluştu.

Efendimizin sözlerinden bağımsız olarak söylüyorum, hadis, günlük hâdiseler için söylenen sözdür. Efendimizin o gün söylediği sözler, Kur'ân’a uygun olduğu için Hadis adını aldı; sonradan uydurulanlar hariç. O sözlerin bugüne taşınması, şeklen değil, ruhen = içindeki ilkelerle olmalıdır. Misvak, o günün diş fırçasıydı; bugün de kullanan kullansın; ama illâ misvak kullanın!, denmesin; maksada bakılsın. Maksat ne? Diş temizliği. O gün, iklimin (çölün) şartlarından dolayı, Güneşten korunmak için kadın-erkek herkes örtünüyordu; bugün erkeklere de başınızı örtün = sarık sarın, denmesin; İslâm, sarığa-sakala, cübbeye-çarşafa indirgenmesin; Müslüman, dış görünüşü ile değil, ahlâkı (vakarı) ile tanınsın. Namaz kılan bir Müslüman, ahlâklı olsun, yalan söylemesin, kandırmasın, çalmasın, kamu hakkı yemesin, merhametli ve adâletli olsun, ... İslâm, bu yönü/yanı ile günümüze taşınsın; Müslüman olmayanlar, İslâm’ın bu şekildeki tercümesini (tecrübesini) Müslümanların hayatından okusun... 

Müslümanları temsil eden âlim ve âmirler (emirler/yöneticiler), başka dinlere (ideolojilere, batıya) özenmesin; batıdan bişey beklemesin. Batıda İslâm’ın ilkeleri yok; hümanist (insan ürünü) ve değişken ilkeler var. İslâm’ı modernleştirmeye (çağa taşımaya) çalışan aydınların neredeyse tamamı batıda eğitim almış insanlar. Türk modernleşmesi de bunlar eliyle yapıldı. Bunlar, haklı olarak klasik medrese eğitiminin çağdışı olduğunu gördüler ama yağmurdan kaçarken doluya tutuldular.

İslâmî külliyat, klâsik ve modern israiliyâtlarla dolu; bunların ayıklanması (temizlenmesi) gerekiyor. Bu temizlik için ilk ve tek şart : evrensel ilkelerin tesbiti ve bu ilkeler ile uyuşmayan uygulamaların terki. 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İHÂNET

HADİS & SÜNNET

RECM