TEVHÎD

Tevhîd, sadece kavlî/sözlü olarak Allah’ı birleme, “Lâ ilâhe illâ-l Allah” deme, değil; bunu (= Bu Sözü) hayatın her alanında gösterme ve ispat etmedir.

Bir başka deyişle Bu Sözün sadece teolojik (= kelâmî, akidevî) boyutları ile ilgilenme değil; Bu Sözü, topluma (= sosyolojiye), siyasete (= idareye), ekonomiye, gündelik hayatın her alanına taşıyabilmedir.

Bu nasıl olacak?!. Allah’ın birliği, toplumda da siyasette de, ekonomide de birliğe (= yardımlaşmaya, dayanışmaya, adâlete, vb.) yol açacak; toplumdaki sosyal, siyasal, ekonomik eşitsizlik (= adâletsizlik) olabildiğince sona erdirilmeye çalışılacak.

En büyük adâletsizlik (= eşitsizlik), İslâm toplumlarında. Neredeyse, dünyanın en zenginleri de en fakirleri de İslâm topraklarında yaşıyor. En lüks binalar da burada (Dubâi, vb.), en köhne binalar (Afganistan, vb.) da; halkından kopuk liderler de; ırk, mezhep çatışmaları bu topraklarda... oysa, bu topraklarda yaşayan tüm insanlar, Allah’ı ortak Rableri biliyor, “Lâ ilâhe illâ-l Allah” diyorlar.

Allah, böyle bir adâletsizliğe (= eşitsizliğe), böyle bir kaosa onay verir mi?!.

Kendi içlerinde sosyal adâleti ve toplumsal barışı sağlayamayan Müslümanlar, tevhîdi anlayamamış  ve hayatlarına sindirememişler demektir. Tevhîd, bir İlâh’ın (= Allah’ın) otoritesindeki düzen, düzenli ve âdil yaşam, demek. Müslümanlar kendi aralarında böyle âdil bir yaşamı kuramıyorsa, onların tevhîd inancında ciddî sorunlar var demektir.

İlk Müslümanların Tevhîd’de (= “Lâ ilâhe illâ-l Allah” da, tek İlâh otoritesinde) ısrarları, adâletti. Tevhîd’den önce bir çok tanrı, kendi aralarında çatıştıkları için (her tanrıyı bir kabile temsil ediyordu; kabileler çatışıyordu) adâlet ve barış sağlayamıyordu. Efendimiz Medine’de kabile asabiyetine göre değil, adâlet ve hakkaniyet (= Ey İnsanlar, Rabbiniz, İlâhınız birdir.) esasına göre bir sözleşme (= Anayasa = Medine Vesîkası) oluşturdu, inananla-inanmayanı ayırmadı, toplumu (devleti) bu ilkeler üzerine oturttu...

Zekât, sadece Müslüman fakirlere verilmez. Müslüman, sadece Müslüman mazluma arka çıkmaz; dünyanın düzeni için herkes, evrensel ahlâkî ve insanî ilkelere saygı göstermek zorundadır. Bunların başında da ırk/renk, din, dil farkı gözetmeksizin herkesin insanca yaşama hakkı olduğuna “inanmak” gelir. Birileri bir öğünde milyonları yerken, öbürleri kuru ekmek, temiz su bulamıyorsa, birilerinin bir kaç yazlık-kışlık villası, özel uçağı varken, öbürlerinin başını sokacak bir kulübesi bile yoksa, hangi dinden, hangi Tevhîd’den söz edebiliriz; bu insanlara bu din, bu Tevhîd “masal, hikâye”! gelmez mi?!. ‘Müslüman, her şeyin en iyisine layıktır.’ diyerek lüks bir şekilde yaşayanlar, üstelik Allah, Kitâb, ElHamdülillah gibi sözleri  dillerinden düşürmeyenler (= Müslüman olduklarını söyleyenler), bu insanlara nasıl umut verebilirler?!.

Bunlar, dinden alanlar, dinden nemalananlar, dini kullananlardır. Din, bunlara verin! derken, onlar onu alın! diye anlayanlardır.

Sakın hâ!, bu sözlerimi İslâm sosyalizmi şeklinde algılamayın!. Bu din dün, mazlum ve müstez’aflar (= zayıflar) üzerinden ayağa kalktı, yine onlar üzerinden ayağa kalkacak. Mazlum ve müstez’aflara sahip çıkmayan, onları görmeyen bir dinin, ideolojinin,  düşüncenin âdil olması, insanlara umut vermesi mümkün değildir.

Bu dinin Sahibinin (= Allah’ın) hem kullarını yaratıp hem de kulları arasındaki haksızlıklara, adâletsizliklere sessiz kalması mümkün müdür?!. Bu din, çarpık bir düzenin devamına onay verir mi; siz, “Lâ ilâhe illâ-l Allah” deyin, ötesine karışmayın!, der mi?!. Bu, Tevhîdi (= dini) kalplere (= vicdanlara) hapsetme = laik Müslümanlık değil mi?!.

Tevhîd, sadece teolojinin (= akîdenin, Kelâmın) alanına sıkıştırılamaz; Müslüman, sadece sözle “Lâ ilâhe illâ-l Allah” diyerek kurtulamaz, O Sözün etkisini ve yansımalarını hayatının tüm alanlarında göstermelidir.

“İnsanlar, inandık demekle sınanmadan bırakılacaklarını mı sanıyorlar.” (29/2.)

Tevhîdin (imanın) sına/n/ması, hayatın içinde, onun hayata aktarılmasıyla ve bazı zorluklarla karşılaşılmasıyla olur.

Kalpteki Tevhîdin sınaması mı olur?!.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İHÂNET

HADİS & SÜNNET

RECM