KUR'ÂN’IN DÜŞÜNCE DÜZEYİNDE MEHCŮR BIRAKILMASI

Kur'ân’ın düşünce düzeyinde mehcur bırakılması iki şekilde oluyor; ameldeki mehcůr bırakış ayrı bir tartışma konusu.

Düşünce düzeyinde mehcûr bırakma zâhirî ve bâtınî şekilde oluyor. Zâhirîler, Onu dilin lafızlarının içine hapsediyor, donduruyor; anlamı ve maksadı, o lafızların içinde arıyor, dolayısıyla tarihselleştiriyorlar; bâtınîler de Ona reel/gerçek hayattan kopuk anlamlar veriyor, Onu uçurarak (= hayatta bi karşılığı olmayan anlamlar vererek) hayattan kovuyorlar.

Kur'ân’ı hem yaşadığımız reel hayatın içine çekmeli, hem de yaşadığımız hayatı mükemmelleştirmeliyiz. İlkinin zâhirî boyutu ağır basarken; ikincinin bâtınî boyutu ağır basar; ama ikisi aslâ birbirinden koparılamaz. İlki, geri gidiş; ikincisi, ileri gidiştir. Kur'ân, hem geri gider = Hz. Nuh’tan, Hz. İbrahim’den Hz. Mûsâ ve İsâ’dan (ve kavimlerinden) söz eder, hem günü (bugünü) geleceğe uygun düzenler, hem de günün sonunda (âhirette) varılacak hayattan söz eder. Onda zaman, kesintisiz akar. Biz ise, Onun “belli bir zamanda ve mekânda” (610-632 yılları arasında Mekke-Medine'de) indiğini söyleyerek Onu o zamanlarda ve o mekânlarda “donduruyoruz”; oysa O, zaman ve mekân üstü bir Kitâb = İlâhî Hitab.

Onu, hem zâhiren hem bâtınen okur ve bu okumaların arasını ayırmazsak (= iki okumayı birbiriyle uyumlu kılarsak), Onu düşünce düzeyinde mehcûr bırakmamış olur; hayata da daha isabetli ve daha tutarlı aktarabiliriz, diye düşünüyorum.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İHÂNET

HADİS & SÜNNET

RECM