ÜMMÜ-L KURÂ

Kurâ, karyenin (şehrin) çoğulu; ümm, ana; ümmü-l kurâ, şehirlerin anası. Mekke.

Dünkü Mekke, bugünkü Mekke. Mekke’deki değişim ve bu değişimin diğer şehirlere yansıması. 

Şehirler, toplumların (insanların) mekânıdır, evidir; ev/mekân değişikliği, insanları (toplumları) da değiştirir.

Benim bu notta şehirden kastım, toplum; binalar, yollar, vs. değil.

Mekke, çook eski bir şehir. Hz. Âdem ile Havva, bu şehre inmiş, Arafat’ta buluşmuşlar. Hz. İbrâhim, oğlu İsmail ve eşi Hacer’i bu şehre yerleştirmiş, biçok kez bu şehre gelip-gitmiş ve Kâbe’yi diriltmiş. Bu şehirde Makâm-ı İbrâhim de var; orası bir salât yeri ve evi (beyt) olarak belirlenmiş. Beytullah tabiri/tamlaması Kitâb’ta geçmez, “rabbe hàze-l beyt” (106/3), “beyt-ül atîk” (22/29, 33) “beyt-ül haram” (5/2,97) “beyt-ül muharrem” (14/37) tabir/tamlamaları geçer.

Ümmü-l Kurâ (= Mekke), Hz. Âdem ve Hz. İbrâhim zamanında tertemiz bir şehirdi, zamanla kirlendi. Kastımın şehir olmadığını, şehirdeki (toplumsal) yaşam olduğunu bir kez daha hatırlatırım. 

Yeni doğan çocuk da tertemizdir, masumdur, o da zamanla kirlenir.

İslâm, Ümmü-l Kurâ (= Mekke) ve civarını (havlehû = bütün şehirleri = toplumları) tekrar temizlemek için geldi; geldiğinde, kirli bir şehir (toplum) vardı/buldu. O şehirde (Mekke toplumunda) putlara tapılıyordu, insanlar diri diri gömülüyordu, kadının değeri yoktu, kızlar çok küçük yaşta köle ve cariye olarak satılıyor, evlendiriliyordu, gelir dağılımı çook bozuktu, içki su gibi tüketiliyordu, fakirler eziliyordu, vs...

İslâm, bu şehri = bu şehirdeki (= tüm şehirlerdeki) yaşantıyı değiştirmek için geldi.

İslâm, bunu nasıl yapacaktı?!.

Âniden/birden veya tedrîcen/aşama aşama. Âniden/birden değişim, insanlara zor gelirdi; tedrîcî/aşama aşama değişimi seçti. Kur'ân’ın 23 senede indirilmesi, bu yüzden. 23 senenin sonunda, değiştirmek istediği ama hâlâ değiştiremediği işler de vardı. Kölelik ve cariyeliğin tamamen kaldırılamaması gibi. İçki yasağı, tedrîcî idi. Tüm ibâdetler birden emredilmedi. Evlilik sınırlamasına birden gidilmedi. Faiz, ilk günden yasak edilmedi, vs... 

İslâm, eski uygulamaların çoğunu iptal eder veya değiştirirken; bazılarının ihyâ edilmesine (yeniden canlandırılmasına); bazılarının da aynen devam ettirilmesine, sürdürülmesine; çoğu zaman da yeni uygulamaların yapılmasına (= ihdas edilmesine) karar verdi.

İslâm, öyle ya da böyle, yaşanan bir hayatın içine indi, havaya inmedi; o hayatın realitesini/gerçekliğini bildi ve değişim ve dönüşüm stratejisini ona göre belirledi. Bu değişim ve dönüşümü zamana (23 yıla) yaydı; bu süre bile bazı meselelerin hâlli için yetmedi/yetişmedi.

İslâm gelmeden yaşanan hayat, İslâmî bir hayat değildi.

İslâm, İslâmî olmayan hayatı değiştirmek için, önce değiştirici Gücü/Otoriteyi (ilâhı) teke indirmekle (= öteki ilâhları inkâr etmekle, reddetmekle) işe başladı; çünkü ilâhların çokluğu, anlaşmazlık ve otorite boşluğu (çokbaşlılık) doğuracaktı. “Lâ ilâhe illâ-l Allah” buydu, bu demekti.

O Tek İlâh’a (= Allah’a) boyun eğilir/itaat edilirse = sadece O’na kulluk kabul edilirse, gerisi aşama aşama (= peyderpey) hâlledilebilirdi; ama otoritede çokbaşlılık (= şirk) devam ederse, bu mümkün olmazdı. İslâm’ın ilk ve en önemli işi, toplum/lar/da hüküm süren bu şirki bitirmek, ortadan kaldırmak ve insanları tek otoriteye boyun eğdirmekti; sonra, O otoritenin sözünü dinlemek, O’na boyun eğmek/eğdirmek kolay olurdu. O, şirk dışındaki günahları bağışlayan bir ilâh’tı. (39/75) O, insanların çook mükemmel olamayacağını da biliyordu ama hiç kimsenin Kendisine ortak koşmasını da istemiyordu. O’ydu kâinatta düzen kuran. O’ydu âlemlerin Rabbi. İnsanlar da O’nun koyduğu düzene uysun (= Kendisine boyun eğsin) istiyordu; yarattığı insanları da biliyordu. Bu yüzden yapmak istediği değişimi zaman yaydı, insanları fazla zorlamadı, zorda/darda bırakmadı/komadı. 

İslâm’ın indiği toplumun durumunu (= sosyolojiyi), o toplumda yaşayan insanların durumunu (= psikolojiyi) = o günkü kültürü/yaşantıyı bilmezsek; vâkıa (mevcut durum) ile İslâm’ı/İslâm’ın arzu ettiği hayatı birbirine karıştırırız.

Çocuk yaşta evlilik, evlilikte yaş farkı, çok eşlilik (teaddüd-ü zevcât), kölelik-câriyelik gibi hususlar, birer toplumsal vâkıa idi. İslâm, bunları aşama aşama değiştirdi, değiştirmek istedi. İslâm’ın hedefi, kimsenin mağdur olmadığı, herkesin insan gibi yaşadığı insanî, ahlâkî ve âdil bir hayattı/yaşamdı. Bu hedefi tam, %100 tutturmak mümkün olmasa da, ideal buydu.

Bu hedef, bu ideal, görmezden gelinerek, tarihin bir döneminde yaşanan/yaşanmış reel/toplumsal durum (= Asr-ı Saadet), ideal İslâm olarak kabul edilirse, İslâm'ın anlaşılmasında büyük sorunlar yaşanır. Her toplum, kendi şartları ve imkânlarına göre İslâm’ı yaşar. Elbette bu en iyi, en güzel Efendimiz zamanında yaşanmıştır ama ‘orada bile’! eksiklikler vardır, olabilir; İslâm’da ideal olan, her zaman vâkıa = uygulama değil, ilkedir; uygulamalar, dönemsel; ilkeler, evrenseldir.

Küçük yaştaki kız çocuklarının evliliğine verilen izin, evrensel bir izin değildir, evrenselleştirilemez de. Kadını-kızı II. sınıf bir insan olarak gören Mekke toplumunun, 9-10 yaşındaki kızları evlendirmesi garip karşılanmamalıdır; bu, Mekke toplumuna (Araplara) özgü bir âdet veya gelenektir. İslâm ile İslâm’ın içine doğduğu toplumun geleneklerini birbirine karıştırmayalım. Efendimiz de Hz. Âişe vâlidemiz de o toplumun birer üyesiydi. Hz. Âişe vâlidemizin babası Hz. Ebû Bekir, Efendimizin en yakın arkadaşıydı. Hz. Âişe vâlidemiz, Efendimizin ilk ve tek bekâr/bâkire ve doğuştan Müslüman eşiydi. Bütün bunlar, küçük (çocuk) yaşta evliliği mübah/meşru kılar mı?!. ... Hz. Âişe vâlidemiz, Efendimizle hicretin 2. yılında (624) evlenmişlerdir. Hz. Âişe vâlidemizin doğumu 613 veya 614’tür; her ne kadar Buharî rivayeti esas alınsa da daha önce doğduğunu söyleyenler de vardır. Buharî rivayeti kabul edilirse, Hz. Âişe vâlidemizin evlilik yaşı 9 olur. Bu yaşı İslâm’a uygun bulmayanlar, ya Buharî rivayetini reddedecekler; o zaman da Buhârî’nin otoritesi sarsılacak, ki en mu’teber hadis mecmuasıdır; ya da bu rivayette herhangi bir sorun yoktur diyecekler ve küçük (çocuk) yaştaki kız çocuklarını (“Peygamber gibi bir damat bulurlarsa”!) evlendirmeye devam edecekler. Bulamayacaklarına göre, bunu/bu uygulamayı yerel = sadece o topluma özgü bir uygulama sayacaklar.

Yerelle/reelle evrensel, olgu ile ilke (değer) karışırsa veya aynı görülürse, işler arap saçına döner; işin içinden çıkılamaz.

Din ile dindarı, din ile dinin uygulamasını (= İslâm ile islâmîleşmeyi) birbirine karıştırmayalım lütfen. 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İHÂNET

HADİS & SÜNNET

RECM