HÂRİCÎLER

Hâricîler, kendilerini çook dindar görüyorlar, aramızda Kur'ân hakem olsun, diyorlardı; onlar Kur'ân’ı bir “âlet”! olarak kullandılar. Hz. Ali, amcaoğlu İbn-i Abbas’a : onlara Kur'ân’dan değil, Sünnet’ten delil getir, zîra Kur'ân zûvucûhtur = çok anlamlıdır, demişti. Kur'ân da kendini “müteşâbihen mesânî = teşbihli ve ikili bir yapıda” (39/23) olarak niteler.

Kur'ân’ın ana-fikrini = ana paradigmasını = indiriliş/gönderiliş sebebini anlayamayan herkes, Kur'ân’da/n kendi görüşüne uygun deliller bulabilir. Herkes, elindeki delilini, karşı/t delille test etmelidir; Kur'ân’a tek boyutlu yaklaşmamalıdır. Kur'ân, bir yandan, insanî iradeyi yok sayarken; (sözgelimi, ‘o oku sen/kendin/kendi iradenle atmadın, Allah attı, derken, 8/17); bir yandan da herkes kendi yaptığından sorumludur, hesaba çekilecektir, der. Bunlardan birini görüp de ötekini görmemek, Kur'ân’ı (= dini) bölmektir.

Hâricîler ve hâricî kafalılar, Kur'ân’ı böldüler, bölüyorlar; Kur'ân’ın gör dediğini değil de, Kur'ân’dan görmek istediklerini gördüler, görüyorlar; Kur'ân’ı kendilerine (hâşâ) “payanda” yapıyorlar.

Çoğumuz, Kur'ân’ı ya hâricî gözüyle okuyor ya da tecvitle okuyup Onun nağmeleri ile avunuyor/oyalanıyoruz.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İHÂNET

KELİME/KELÂM & KAVL/SÖZ

HADİS & SÜNNET