YAZI

Yazı : Düşüncenin metne dönüşmesi; işitilen seslerin (= sözlerin) görünen harflere bürünmesi; harflerin içindeki hareketliliğin (ruhun) ölmesi ve düşüncenin donması, donuklaşması.

Yazı, ölü bir metindir; yazarı tarafından “öldürülür.”; okurdur o ölü metne “can veren”!. Bu ölü metnin mezarı, sahifelerdir, kitaplardır. Bunlar, toplu bir şekilde kütüphanelerde (= kitap mezarlıklarında) bulunurlar. 10 yıl kütüphanecilik yaptım; bunu “fiilen ve ma’nen”! gördüm. Bu ölüm, şeklî bir ölüm. Ölü bir kitabı diriltmek istiyorsak, onu alıp okumalıyız. Her okurun her kitaba verdiği “can” da farklıdır.

Her okur, her kitaptan aynı şeyi anlamaz; o kitabı yazanın ne demek istediğine “tam” (%100) vakıf olamaz. Kitap, 150-200 yıl önce yazılmışsa, okurla arasında 150-200 yıllık bir mesafe vardır. O gün o kitabı yazanın (= yazarın) yazdığı dünya ile bugün o kitabı okuyanın dünyası farklıdır. Dil de bu değişimden etkilenmiştir... Bu konular hermeneutiğin ilgi alanına giriyor. Bu bilim, bizde yorum bilim olarak biliniyor.

Modernistler, Kur'ân Metni’ni hermeneutik okumaya tâbî tutuyorlar. Hermeneutik okuma, metnin oluştuğu tarihteki “ilk anlamı” yakalamayı amaçlar. Kur'ân Metni (= Mushaf), diğer metinler gibi değildir; elbet O da belli bir tarihte oluşmuştur, bu açıdan tarihseldir ama aynı zamanda evrenseldir. Onu diğer metinler gibi salt tarihsel olarak görmek, Onun ilâhîliğini görmezden gelmektir.

Tarihselcilerin (= modernistlerin) Kur'ân Metni’den örnek verdikleri âyet, Mücadele Sûresi 12. âyet = Necvâ âyeti. Bu âyet, Allah Rasulü ile gizli konuşmak istediğinizde sadaka verin, der. Tarihselciler, Allah Rasulü hayatta mı?!. diye sorarlar. Hayatta değil, öyleyse bu âyetin hükmü kalkmıştır, derler. (“inne fîküm rasulullah” 49/7.) Buna benzer başka âyetleri de hükmü kalkmış, tarihte kalmış kabul ederler.

Bilmezler ki :

Rasül ve Nebî farklıdır. Nebîlik (= Nübüvvet) -- ki Nebî, ilâhî haberi getirendir – sona ermiş ama Rasullük (= elçilik) sona ermemiştir. Peygamberlerden bazıları Nebî, bazıları Resuldür; her Nebî Rasuldür ama her Rasul Nebî değildir. Son Nebî Hz. Muhammed’in Nübüvvetinin de elçileri (rasulleri) de her zaman olacaktır. Âyet (58/12), Rasulle gizli görüşmek istediğinizde, der. (Âyette Allah İsmi yoktur; âyetteki Rasül, Rasulullah şeklinde geçmemektedir.) Dolayısıyla, her ne zaman İslâm Devletini kurmak için bir lider çıkar ve devlet oluşur, işte o zaman âyetin hükmü geçerli olur. Her İslâm Devletinin, İslâm ümmetinin Lideri, aynı zamanda Allah Rasulü Hz. Muhammed’in elçisi/takipçisidir. İlk dört Halife, kendilerini Halife-i Rasulullah şeklinde “lanse” etmişlerdir. 

Allah Rasulü, o gün hem Peygamberdi (= Nebî idi), hem Devlet Başkanı/Lider idi. Elbet Nübevvet sona erdi ama Nebînin elçiliği (rasullük) kıyamete kadar devam edecek; aksi hâlde, Kur'ân ve Sünnet, tarihsel/tarihte kalır, yaşanan zamana taşınamaz. Buradaki Rasüllük, ilk etapta Nebî’ye nisbet edilir ama Allah’a nisbet edilmesinde de bence bir sakınca yoktur. Çünkü, Nebî, Allah’ın Vahyini tebliğ eder; her dönem Allah Rasulünün izinden gidenler de Nebî’ye inen Allah’ın Vahyini tebliğ ederler.

...

Kur'ân’a “sıradan veya tarihî/tarihsel” bir Metin muamelesi yapan hermeneutikçiler, Onun tüm zamanlara hitap eden ilâhî bir Metin olduğunu, ya gözden kaçırıyorlar ya da bunu bilerek yapıyorlar.

Kur'ân, Mûcize bir Metin’dir, insan düşüncesi değildir, insan elinden çıkmamıştır, Onu Peygamberin kendisi “düşünmemiş ve yazmamıştır.” Buradaki yazma, yazarın yazması; elbette Efendimizin kalbine ma’na olarak inen âyetler, “sonradan” insan eliyle yazılmış/yazdırılmış, Mushaf şeklini almış ve bize kadar bozulmadan gelmiştir.

Tekrar ediyorum. Batı aklı ile Kur'ân okunmaz; okunursa, O Kur'ân, kendini bize açmaz. O, selîm bir akılla okunmalı ve korunmalı. Onu Allah’ın koruması, (bi açıdan), belki de böyle bişey!.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İHÂNET

HADİS & SÜNNET

RECM