NASIL BİR İLÂH?!...

Buna benzer, sorgulayıcı bir soruyu Şuara 23. âyette, Firavun sorar, orada sorulan rabdır; rabla ilâh müteradiftir; rab kimse, ilâh odur; ilâh kimse, rab odur. Firavun : “ve mâ rabbul âlemîn?!.” = âlemlerin rabbi de kim/miş (ben b/öyle bir rab tanımıyorum), ben varken başka bir rab/ilâh mı; böyle bir rabbin/ilâhın varlığını nerden çıkardın?! (Ey Mûsâ) diye sorar. Mûsâ da : Anlayışın açık olsaydı (= mûkınûn olsaydın) O’nun, göklerin, yerin ve ikisi arasında olanların (= herkesin ve her şeyin = âlemlerin) rabbi olduğunu anlardın. “Ne dediğini duydunuz mu?!. ... bu bir deli = aklını yitirmiş...” (26/25-27)

...

Bu diyalogu, bugüne taşıyalım ve meseleye inananlar ve inanmayanlar açısından bakalım. Mesele ne?!. Nasıl bir ilâha (= Allah’a, Rabbe) inanıyoruz?!.

İnanmayanlar zaten inanmıyorlar ama, inananlara şöyle sorular soruyorlar :  Sizler her şeyi yaratan ve her şeye gücü yeten bir Tanrı’ya inanıyorsunuz, O’nu seviyorsunuz ama sefalet içinde yaşıyorsunuz, bir taraftan açlık, çaresizlik ve cehâletle mücadele ederken, diğer taraftan Gazze’de olduğu gibi zulme ve soykırıma uğruyorsunuz!. Bunu bilen, gören, O çok sevdiğiniz, çok güçlü kabul ettiğiniz Tanrınız size niye yardım etmiyor?!... çünkü yok öyle biri!...

Çoğu Müslüman, böyle sorular karşısında irkiliyor; galiba haklı! diyenler de oluyor. Sadece Müslümanlar değil, 1755’de Portekiz  (Lizbon) depreminde 10.000 kişi öldüğünde, Hristiyanlar da bu tür sorularla Tanrı’yı sorgulamışlar, Tanrı nasıl böyle bişey yapabilir, böyle bişeye izin verebilir, demişlerdi.

Yine çoğu Müslüman, dillendiremese de, inanıyorum, ibâdetimi ediyorum, duâmı ediyorum ama inandığım, duâ ettiğim Rab (Allah), bi türlü dualarımı kabul etmiyor!. Acaba, inancım mı zayıf, yoksa yanlış (Tanrı’ya) mı inanıyorum?! gibi düşüncelerle boğuşuyor.

...

İnandığımız ilâh (= Allah), bizi = insanlar olarak hepimizi, kuralları ve işleyişi (= düzeni) belli (= âdetullah ve sünnetullah) bir dünyaya “imtihan” için gönderdi. İmtihanda kural değişmez; torpil (= adam kayırma) olmaz; olursa, adâletsizlik olur, Allah, adâletsizlik yapmaz.

Pekiî, aynı Allah, Müslümanlara yardım sözü veriyor, “siz benim dinime yardım ederseniz, Ben de size üç bin, beş bin melekle yardım ederim.”,  diyor; bunu nasıl anlayacağız?!. Bu da genel kuralın içinde; bu kuraldan da herkes yararlanır. Hiçbir Müslüman kuralların dışına çıkarak Allah’tan torpil bekleyemez, beklememeli; üzerine düşen görevleri yapmalı ve sonucunu beklemeli.

O Allah ki, Yahudiler O’nun Elçilerini öldürdüler; O, Onları kurtarmadı. Ölüm, öyle ya da böyle mukadder. Hıristiyanlara göre, İsâ (ki Tanrı’nın oğludur) çarmıha gerildi, (onlara göre) “sesini çıkarmadı”!. (İslâm’a göre böyle bişey olmadı.) Son Elçisi Hz. Muhammed, büyük eziyetler çekti, Uhud’da yaralandı, “yardım etmedi”!. İsteseydi, her şeyi yapabilirdi, herkesi Müslüman edebilir, Müslümanların düşmanlarını da kahr/taş edebilirdi... etmedi.

Niye?!.

O, burası için koyduğu kuralları bozmaz; oyun oynamaz, oyun bozanlık yapmaz; kurallara uygun işler yapan herkese, yaptığının karşılığını burada verir. Kural dışı işler yapanlara da düzelmeleri için belli bir mühlet (süre) verir, o mühlet (süre) dolduğunda da faturayı keser.

Bilelim ki bu dünyada yapıp-ettiğimiz her şeyin bir ayağı da ötededir. Tek dünyalı yaşamda çook şey çözümsüzdür veya yarım kalır. Öbür dünya (âhiret = hesap) olmazsa, burada çekilen/çektirilen acılar, yaşanılan/yaşatılan zulümler, onları yapanların/yaşatanların (= zalimlerin) yanına kâr kalır, adâlet yerini bulmaz ve mazlumlar rahatlamaz.

Öte dünya hesaba katılmazsa, Tanrı, adâletsiz, sessiz ve kötü biri olarak görülür, algılanır ve Tanrı’nın şeytanlar = bizler eliyle kötülüğe izin vermesi ve iyilik anlaşılamaz. Kötü/kötülük; bu dünya imtihanında iyiyi, en iyiyi seçmek için var. Kötü ve kötülük, insanın içinde potansiyel olarak bulunmasa, ki adı fücurdur, akıl ve irade çalışmaz. Akıl, iyi ve kötüyü bilmeye; irade de seçmeye yarar; insan, iyiyi ve kötüyü kendi seçer, seçimine göre de önüne fatura çıkar.

Tanrı’nın inananlarına yardımını veya inananların Tanrı’dan yardım isteğini torpil gibi görmek veya doğrudan Tanrı’dan torpil istemek, öte dünyayı = âhireti hesaba katmayan aceleci tembellerin ve cahillerin çarpık Tanrı tasavvurundan kaynaklanır. Son cümlenin biraz daha açılması (açıklanması) gerekiyor ama yazı uzadı, konu ağır; biraz da siz düşünün. 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İHÂNET

HADİS & SÜNNET

RECM