FERT ve CEMİYET (CEMAAT)

Birey ve toplum.

Cemaatle cemiyet arasında nüans farklılığı olmasına rağmen, genelde aynı anlamda kullanılır. Toplum, bireylerin oluşturduğu “toplamdır” ama bu “toplam”, rastgele oluşmaz; toplamı, toplumsal normlar (ve değerler) birbirine bağlar; bu normlar (ve değerler) zayıflarsa, toplum, toplama (= yığına, kitleye) dönüşür.

Bireyin değer ve normları ile toplumun (onun organize yapısı devletin) değer ve normları uyuşmazsa, birey kendini o topluma ait hissetmez veya toplum (devlet) o bireyi dışlar, (cezalandırır). (Mahalle baskısı, ayıp olur hissi ve hapis cezası)

Yalnızlık, bu normlar ve değerler zayıfladığında ortaya çıkar; kişinin bir başkası ile paylaşacağı hiçbir değer veya norm kalmamışsa, o kişi (= o fert, o birey), yalnız değil, yapayalnız olduğunu hisseder.

Her toplumun normları (ve değerleri) birbirinden farklılık arz eder; buna kültür de denir/denebilir; ulusal kültürler böyledir. Ulusları (milletleri) birbirinden ayıran, bir unsur da kültürdür. Bu, çoğu zaman dil ve yaşantı üzerinden iletilir/taşınır. Bazı ulusları kan; bazı ulusları kültür ayırır. İlkine, ırkçılık (ırka dayalı milliyetçilik = etnisite); ikincisine, kültürel milliyetçilik deniyor. Küreselleşme, uluslar arası kültür farklılıklarını aza indirdi, yok etti, ulusları tek-tipleştirdi ama insanlar arası (uluslar arası) çatışmaları ve eşitsizlikleri yok edemedi. Ülkeler arasındaki yaşam farklılığı, insanları göçe zorladı ve bu göç, göç edilen toplumların yapısını 40-50 yıl gibi kısa bir zamanda değiştirecek kadar fazla. İnternetin ve küresel medyanın etkisi de bu değişimi hızlandırıyor.

...

Kültüre rengini veren değerler (ve normlar) evrenselleştikçe, milliyetçilikler gevşer/zayıflar. Bu yüzden dinler, insanlığa en evrensel değerleri sunarlar. “Ey insanlar!, atanız birdir, hepiniz Âdem’densiniz.”, derler; ve üstünlüğü taqvâda ararlar; farklılığı, üstünlük olarak değil de çeşitlilik = zenginlik olarak görürler...

Âidiyet, her ferdin aradığı bişeydir ama âidiyetler birer mapushaneye (= zindana) dönüşmemelidir; insan (= fert, birey, kişi) hep kendine yeni özgürlük alanları “yaratabilmelidir”!. Merhum Şeriatî, insanın dört zindanı olduğunu söyler : Benlik, toplum, tabiat ve tarih (= geçmiş); insan, bu zindanlardan kurtulmadıkça, özgür olamaz, der. 

Toplum, özgürlüğü sınırlar mı?!. Toplum, ortak yaşam demek. Bu yaşamın kurallı yasalara, organize bir güce ve otoriteye dönüşmesi de devlete tekâbül eder. Otorite, dışsal olur ve kişideki içsel güçle (vicdanla) çatışırsa, kişi kendini mahkûm hisseder; bu iki gücün çatışmaması için aralarında bir uyumun olması şarttır. Bu da, dışarının ve içerinin fıtrata (= yaratılışa) uygun olmasına bağlıdır. Bunu sağlayan da sadece İslâm’dır. İslâm Müslümana : İnandığın değerlerle toplumsal değerler çatışıyorsa, toplumsal değerleri (toplumu) düzelt!; düzeltemiyor da üzerinde ciddî bir baskı hissediyorsan o toplumu terk et = hicret et!, der. Toplumu terk etmek veya hicret etmek istemeyenler, uzlete/inzivâya çekilir, olabildiğince o toplumla ilişkilerini asgarî düzeye çekerler. Hicret de uzlet de aslâ bir kaçış değil, bir çare ve çözüm arayışıdır.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İHÂNET

KELİME/KELÂM & KAVL/SÖZ

HADİS & SÜNNET