SALÂ ve QUALİA

Qualia yazım, bazılarının kafasını karıştırmış; haklılar; o yazı hakikati “görece ve subjektif” kılıyor ama iş biraz da öyle. Bunu olabildiğince açıklamak/açımlamak için, salâ ile qualia’yı karşılaştıracağım. 

Salâ, genelde ölümü haber vermek için verilir; Cuma akşamları yatsı ezanından, Cuma günü öğle ezanından önce verilen salâları saymazsak. Bu salâlar niye verilir, onu da anlamış değilim. Cuma’yı hatırlatmak için mi?!. Türkiye özelinde, bu salâları duyup da Cuma’ya “özel olarak” hazırlanan kaç kişi var?!.

Cenaze salâlarını duyunca, yine biri ölmüş diyoruz, ölümü hatırlıyoruz ama ölen kişinin “ölüm deneyimini” hiçbirimiz yaşamıyor, yaşayamıyoruz. Ölüm deneyimini ölünce herkes kendi yaşayacak ve bu, herkeste “aynı” olmayacak!. Bu, aslâ birinin öldüğünü bilmek = duymak gibi olmayacak.

Ölen kişiyi tanımıyorsak bu duyumdan farklı; tanıyorsak, -- hele de o, yakınımız, sevdiğimiz biri ise (çook) -- farklı etkileniyoruz; yine de bunlar, bize göre “başkasının ölümü”!. Bizim ölümümüz çoook mu çoook faklı olacak; biz başkasının ölümden nasıl etkileniyorsak, başkası da bizim ölümümüzden “öyle”! etkilenecek. Buradaki öyle, aynı (anlamda) değil; başkasının ölümü ile bizim ölümümüz de “aynı” değil. Herkesin ölümü, kendine özel. Qualia da işte buna benzer bişey; olgu, bilgi ve değer alanında karşılaştığımız duyusal, duygusal, zihinsel ve kalbî durumlar, kişiye özel; herkes her şeyden aynı etkilenmiyor; herkes her şeyi aynı şekilde anlamıyor, deneyimlemiyor...

Hakikate ulaşma (= hakikatle buluşma) deneyimi de, ölüm deneyimi gibi bişey! (olmalı)!.

“İnsanlar uykudadır, ölünce uyanırlar.” Hadis. (Aclûnî : Keşf-ül Hafâ, 2/312)

Biz “yaşayan ölülerin” duyduğu hakikat, öğrendiği bilgi, salâ ile başkasının ölümünü duyma, öğrenme gibi bişey!. Gerçek Hakikat’i = Gerçek Bilgi’yi kendimiz ölünce deneyimleyeceğiz; işte o zaman, bizdeki “şüphe” ortadan kalkacak ve yakîn oluşacak.

“Ölmeden önce, ölün/üz!. = mûtů, kable en temûtů!.” (Aclûnî : Keşf-ül Hafâ, 2/29) Hadis’indeki hâli (= ölüm hâlini) herkes gerçekleştiremez = deneyimleyemez; bunu çook seçkin insanlar yapabilir. Ölümün çok büyük, en büyük nasihat olması da bu yüzden olsa gerek; Allah-u A’lem.

...

Netice itibari ile, anlatan da anlayan da anlattığı ve anladığı meseleleri kendi açısından anlar ve yorumlar; hiç kimse, anlatacağı şeyi tam anlatamaz; anlattığı (= anlatılan) şeyi de karşındaki kimse tam anlayamaz ama yine de anlatılmaya ve dinlenilmeye devam edilir. Yine de bütün bunlar, kişilere bir Hakk’ın ve hakikatin varlığını (ölüm gibi?!) ve O/onunla bizim de er-geç = bir gün karşılaşacağımızı hatırlatmak (zikr) içindir.

“inneke meyyitün, feinnehüm meyyitûn; sümme inneküm... Sen de öleceksin, onlar da; sonra hepiniz, Rabbinizin huzurunda hesaplaşacaksınız.” (39/30-31)

Sanki, Allah-u A’lem, o zaman, o günü (bugün) iyi deneyimleyebilenler, aklanacaklar; deneyimleyemeyenler de tutuklanacaklar. 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İHÂNET

HADİS & SÜNNET

RECM