KUR'ÂN

Kur'ân, ilâhî kelâmdır; Rabbimizin önce Efendimize, sonra da bize hitabıdır. Kelâm, konuşmadır. Mushaf (= Kitâb), bu konuşmanın yazıya geçirilmesidir. 

Rabbimiz olan İlâh = El-İlâh = Allah, Elçisi ile konuşmuş, Elçisi de bu konuşmayı kavminin dili Arapçaya dökmüştür. Başka türlü kavmi ile anlaşması mümkün olmazdı.

Her şeyden önce Efendimiz Rabbi ile bu konuşmasını yaşamına dökmüş, buna da Sünnet denmiştir. Bu konuşmanın mâhiyetini bizler bilemiyoruz ama şunu biliyoruz. Konuşma olmadan yazma (yazı) olmaz. Çocuklar, 3-4 yaşında konuşmaya başlayınca okula okuma-yazmaya gönderilirler. Konuşamayan çocuklar, işaret dili ile konuşur, bu dilin “alfabesini, harflerini” öğrenirler.

Efendimizin Rabbimizle hangi dilde konuştuğunu biz bilmiyoruz ama O konuşma bize Arap dili ile geldi (= Mushaf). Kur'ân, her dilin işaret sistemine âyet der. Her alfabe gibi, Arap alfabesi de bir âyetttir. Biz o Arap dilinde yazıya geçmiş Konuşma’yı (= Kelâm’ı), kendi dilimize transfer ederek anlarız. Bunun için o dilin (Arapçanın), bizim dilimizdeki (Türkçedeki) karşılığını bulmamız/bilmemiz gerekir.

Okuma (= kıraat), konuşma gibi değildir; konuşmada muhatap karşımızdadır, konuşma karşılıklı olur. Okumada, muhatap kayıptır (= gaybdır/gâibdir), karşımızda değildir. Onu karşımıza almak için, tüm hayal gücümüzü çalıştırmamız, onun “nasıl biri” olduğunu bilmemiz (veya tahmin etmemiz), ona “hayalî sorular”! sormamız, (okuduğumuz yazının satır aralarını da çok iyi okumamız), onun yazıldığı şartları bilmemiz, ... gerekir.

Okuduğumuz Kitâb Mushaf’sa = Kur'ân'sa, 

Bize seslenen (= pardon mektup gönderen) muhatabımızın Rabbimiz olduğunu bilmemiz,

O’nun bizi, bizden daha çok bildiğini bilmemiz,

Mektubu (= O yazılı Kitâb’ı = Mushaf’ı) bize, bizi selâmete (= karanlıklardan nûra) çıkarmak için gönderdiğine inanmamız,

Onun kodlarını çözmeye çook ciddî özeni göstermemiz, -- ki yazılan yazıyı anlamak, bir kod çözme işi/işlemidir; yazı, alfabedeki harflere kodlanır --, = anlamaya gayret etmemiz, 

En önemlisi de, bu işi yaparken dünyevî en küçük bir hesap (= çıkar) peşinde olmamamız şarttır. 

Bu yüzden Kur'ân, sıradan kitaplar gibi bir Kitâb değil; kişi Onu okunurken kiminle “konuştuğunu”! bilmeli (= gevezelik etmemeli; muhatabı, ya kendileri ile aynı düzeyde ya da hafif görenler gevezelik ederler.) ve iyi niyetini muhafaza etmeli. Kur'ân okumaya başlarken Eûzü-Besmele çekilmesi, kişinin kendine gelmesi, kendini (ve muhatabını) bilmesi içindir.

Bizim Kur'ân okumaktaki nihâî amacımız, Rabbimizle Efendimizin konuşmasındaki “o noktaya”! ulaşmamız içindir. Bugün O Konuşma, “tertemiz bir su gibi”! yazı ile dondurulmuş = muhafaza edilmiş = Mushaf şeklini almıştır. Biz Onu (= O Mushaf’ı) okuyarak, Onun donunu çözer (= eritir), kendi hayatımıza “can suyu” yaparız. O Konuşma, Efendimiz yaşarken canlı, diri, seyyal, dinamik, hayatın içinde idi; adına Sünnet deniyordu. Efendimizin hayatı, yaşayan Kur'ân’dı; O vefat edince, O Konuşma yazılarak “buzdolabına” kaldırıldı (= donduruldu, Mushaf hâline getirildi) ve öyle muhafaza edildi/ediliyor. Hafızların hıfzındaki (aklındaki) Kur'ân da “donuktur”!, Onu çözmek, Onu çook ciddî bir okumaya (kıraat, tilâvet ve tertil) tâbi tutmak, okuduğunu anlamak ve yaşamaktır. 

...

Kur'ân okurken bu hassasiyetlere riayet edersek, belli bir süre sonra  Kur'ân bize kendini açar ve şöyle der/demeye başlar : “Sen Onu (= Beni!) anlamak için aceleyle dilini kıpırdatıp durma!. Onu (Beni) Senin anlamanı sağlamak = Onu (Beni) Senin kalbinde/aklında cem etmek = toplamak ve okutmak Bizim (= Benim!) işim/iz. Sen, sadece Bizim okumamızı takip et!. Onu açıklamak da Bize ait.” (75/16-19)  “senukriüke felâ tensâ!. (Artık) Ben Sana okuyacağım, Sen de unutmayacaksın!.” (87/6) “illâ mâ şéallah... = Allah’ın dilediği hariç/müstesnâ...” (87/7) 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İHÂNET

KELİME/KELÂM & KAVL/SÖZ

HADİS & SÜNNET