DÜNYA/M/IZ!.

Coğrafya olarak dünya, 2/3’si sularla kaplı, yedi kıtadan oluşan yaşlı bir gezegen ama ben, coğrafyadan değil etnografyadan söz edeceğim.

Etnografya, kültür bilimi, budunbilim. Türkçe’de kavim anlamındaki budun kelimesine bilim, Yunanca’da insan ve insanın içinde yaşadığı toplum anlamında ethnos kelimesine graphein (yazı-çizi, grafik) kelimesi ilâve edilmesi ile oluşmuş etnografya; hemen hemen tüm bilimlerin isimleri Yunanca olduğu gibi bu da Yunanca. Bu bilim (Etnografya), kavimlerin, toplumların yazılı (kültürel, ev araç ve gereçleri, giyim-kuşamları vb.), “kalıntı ve değerleri” üzerinden insanı ve toplumu anlamaya çalışan bir bilim; Antropoloji’den farkı, Antropoloji değişik bölgelerde yaşayan insanın/insanların fizik yapısını (iskelet sistemini) incelerken, Etnografya değişik bölgelerde yaşayan insanların yaşayış biçimine (kültürel özelliklerine) odaklanır.

Etnografya olarak dünya, nasıl bir dünyadır? Bu kadar çeşitliliğe yol açan nedir? Din, anlayış ve kültür...

Dünyayı anlayış, kültür ve din olarak kabaca üçe (3) ayırmak mümkün. Doğu dünyası, Batı dünyası, İslâm dünyası. Aslında bu terimler de meramımı tam anlatamıyor. Sözgelimi İslâm dünyası dediğimde, neyi/nereyi kast ettiğim tam net değil; doğuda da batıda da Müslüman var. Ben burada “dünya” kelimesine coğrafî bir anlamdan ziyade kültürel bir anlam yüklediğim için, az veya çok Müslümanların, İslâmî anlayışın ve kültürün yaşandığı her yeri İslâm dünyası olarak görmek istiyorum. Bugün Çin’de yüz milyon, Endonezya’da 220 milyon Müslüman olduğu biliniyor ama coğrafya olarak buralara Doğu (Doğu Kültürü) diyoruz. Avrupa ve Amerika’da (ki Batıdır) 25-30 milyon Müslüman yaşıyor vs...

Buralara İslâm nasıl gitmiş? Büyük ölçüde ticaretle. Biz, oralara İslâm’ın, ya İslâm davetçileri yoluyla ya da savaşlarla gittiğini sanırız (elbet böyle yerler de olmuştur) ama gerçek, oralara “dürüst, ahlâklı tüccarların” İslâm’ı götürdüğüdür; ilgililer, T. W. Arnold’un İntişârî İslâm Tarihi’ne (İslâm’ın Yayılma Tarihi) bakabilir.

Dünyanın tüm bölgelerinde yaşanan İslâm “aynı İslâm” mı? Zihnimizdeki İslâm ile buralarda yaşanan İslâm arasındaki “farkı” düşündüğümüzde İslâm’ı nasıl anlamalıyız? Daha biçook soru sorulabilir ama ben özellikle ikinci soruya (farkı ortaya koyan soruya) odaklanmak istiyorum.

Kendi dar coğrafyamıza (Türkiye), o coğrafyanın içinde de mezhep, tarikat, cemaat “coğrafyasına” sıkışıp kalır, diğer “coğrafyalarda yaşayan” insanları “âdetâ sapık, din dışı” addedersek!, tüm dünya coğrafyasındaki Müslümanları nasıl kucaklayacağız? (Buradaki coğrafyayı hem mekân hem de anlayış ve kültürü kapsayacak şekilde kullandım.) Dünya Müslümanlarının (ümmet) birbirleri ile ilişkileri millet, kavim, mezhep, cemaat, tarikat odaklı olursa, herkes “kendi anlayışını” birbirine “dayatmaya” kalkarsa, “İslâm dünyası” diye bişey kalmaz. Yapılması gereken, Tevhid, Nübüvvet ve Mead’de (Kitap ve O’nun pratiği olan Muhammed’de/Sünnet’te) birlik/vahdet sağlamak, diğer alanlarda bölgesel, kültürel, tarihî farklılıklara saygı göstermektir; eğer Kitap ve Sünnet’e uymayan, bariz, kabul edilemez, ters bir uygulama varsa onun düzelmesi/düzeltilmesi için sadece nasihat etmek ve onları zamana terk etmek gerekiyor; böyle yapmaz da birbirimize yan gözle bakar, “dışlarsak” (tekfir ederek din dışı ilân edersek), neredeyse kendi küçük dünyamız (cemaatimizin, mezhebimizin, tarikatımız mensupları) dışında Müslüman kalmaz; o zaman İslâm’ı birleştirmek için değil bölmek için “kullanmış” oluruz!. Nitekim Pakistan, Hindistan’dan (1947) İslâm Devleti ve Ülkesi olmak için ayrılmış ama İslâm adına kendi içinde biçok parçaya ama temelde iki büyük parçaya (Diyûbendler, Brelvîler diye) bölünmüştür; bu bölünme Kitap ve Sünnet’in “farklı yorumundan, geleneksel yorum-modern yorumdan” kaynaklanmıştır; buralarda “aşırı” gidilir, iş doğal akışına bırakılmazsa “İslâm böler!.”, İslâm coğrafyası bölünür. 

“Lâ ilâhe illâ Allah Muhammed-ür Rasûlüllah.” diyen (zaten doğal olarak Allah'a, Kitab’a ve Elçi Muhammed’e inanır.) herkes, Müslümandır. İslâm’ın yorumu/te'vili, kişisel, bölgesel ve kültüreldir; zenginlik ve çeşitlilik oluşturmak içindir. Tek bir çiçekle güzel bir bahçe olmaz; İslâm, tüm çiçeklerin uyumlu olduğu dev bir bahçedir, herkes istediği çiçeği sevebilir, istediği meyveyi yiyebilir, istediği ağacın gölgesinde istirahat edebilir ama bu “Bahçeyi=İslâm’ı” târ-u mâr etmemek (mahvetmemek) kaydıyla.

Ufku dar olanın, dünyası da dini de dar olur.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İHÂNET

KELİME/KELÂM & KAVL/SÖZ

HADİS & SÜNNET