DÜŞÜNCE UFKU

Düşünceye sınır (ufuk) çizilemez; ufuk ise gök ile yerin görüşte/bakışta birleştiği en son sınırdır. Düşünce geriye de gider -buna tedebbür-; ileriye de gider -buna da teemmül denir-; tefekkür, tezekkür, tefaqquh, teaqqul gibi kavramların hepsi düşünme olarak dilimize çevrilir. Herkes aynı düzeyde düşünmez/düşünemez; kiminin ufku dar kimininki geniştir, arada biçook sıralamalar bulunur.

Düşünceye değer de yüklenir, o zaman da düşünce, karanlık düşünce ve aydınlık düşünce diye ikiye ayrılır.

Biz düşünceyi genelde dış dünyanın zihne yansıması (taşınması) olarak tanımlarız ama zihin berrak değilse (karanlıksa), düşünce de kararır, berrak ise de aydınlanır.

Kişiye zihin berraklığını iman verir. İman, iç ve dış dünyayı Yaratan'a güvenmek, O’nun Nur'u ile hayata ve olaylara bakabilmektir; O (Yaratan), Es-Subhân ve El-Kuddus ve En Güzel (Hüsnâ) İsimlerin Sahibi olduğundan O’nda zerre miktarı ‘karanlık bir nokta’ bulunmaz/olmaz. Kişide iman olmazsa kişi, düşünce karanlığından kurtulamaz; imansız filozoflarda bu durum çok sık ve açık görülür.

Kişi, imanı oranında düşüncesinin ufkunu hem geniş hem de net/keskin kılar.

Düşünce, salt entellektüel bir konfor değil, insanı sorumlu kılan bir aktivitedir. Eyleme dönüşmeyen düşünce, zihinsel bir oyundur, kurgudur. Düşünceyi hayat (eylem) sınar, bu sınama sonucunda düşüncenin doğruluğu ya da yanlışlığı ortaya çıkar. Rabbimiz, siz burada çook oyalanırsınız, ömrünüz yetmez, doğruyu bulamazsınız diye bize doğru düşüncenin ilkelerini (de) inzal etmiş ve düşünce ufkumuzu "mele-i âlâ'ya kadar" genişletmiştir.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İHÂNET

KELİME/KELÂM & KAVL/SÖZ

HADİS & SÜNNET