TANRI FİKRİ!

Tanrı Fikri ya da Tasavvuru.

Nasıl bir Tanrı’ya inanıyoruz?!.

Bu konuda iki kitap önerebilirim : Karen Armstrong’un Tanrı’nın Tarihi ve Etienne Gilson’un Tanrı ve Felsefe’si.

Burada yazacağım görüşler büyük ölçüde oralardan esinli.

İlk insanın Tanrı’sı “tek, mükemmel ve kemâl (= tam)”! idi; ilkel insanın Tanrı’sı ise çok, formel (= bir şekli olan) ve muhtemel! bir Tanrı’dır.

Mükemmel Tanrı fikri = algısı bozulunca, Tanrı Elçileriyle “düzeltici vahiyler = bilgiler = Kitâblar” gönderiyor.

Tarihte “bilinen ilk düzeltici vahiy” İbrâhim (a.s.)’a geliyor; O, Tevhîd’in babasıdır. 

İbrâhim (a.s.)’dan sonra Kitâb’ta en çok ismi geçen Elçi, Mûsâ (a.s.)’dır. Mûsâ (a.s.), “bozuk Tanrı fikrini” düzelten ve İsrailoğullarına gönderilen bir Elçidir ama İsrailoğulları O Tanrı’yı “mülkiyetlerine geçirmiş”!, sahiplenmişlerdir. İsrailoğullarının Tanrı’sı Yahve = Yahova’dır. Yahve = Yahova, 1) Yâ Hû/ve, ya da, 2) Yaşayan O = Ölümsüz O, anlamına gelir. İsrailoğulları dışındaki ‘milletlerin’ ya Tanrı’sı yoktur ya da O Tanrı mükemmel bir Tanrı değildir.

Antik Yunanda Tanrılar çoktur ve her yerdedirler ama aralarında bir hiyerarşi vardır. Zaman zaman (her zaman) kendi aralarında da kavga ederler, en sonunda da uzlaşırlar; Olimpos dağında yaşarlar, orada onların bir parlamentosu (panteonu) vardır, bu parlamentonun başı/başkanı da Zeus’tur.

Tanrı’yı sadece evrenin yaratıcısı olarak görmek ve O’na öyle inanmak; ama O’nun dediğini yapmamak = O’nun dinini kabul etmemek (özellikle deistler ve sadece ‘inançla idare eden amelsizler’! böyledir); evreni, tıkır-tıkır işleyen bir saat; O’nu da bir “saat üreticisi ya da tamircisi gibi” görmektir. Antik Yunanda Tanrı’nın işlevi buydu= böyleydi; Platon ‘iyiyi ve ideayı’, Aristo ‘ilk hareket ettiriciyi’ böyle görüyordu ve ona demiurge deniyordu...

Yunan Tanrıları “kişidir.”. Zamanla bu “kişi”, “şeye” dönüşür!. (Bu dönüşüm uzundur, burada buna girmiyorum.) “Şeye dönüşen Tanrılar” zamanla puta da dönüşür, her yerde de (Arabistan’dan Hindistan’a ve Mısır’a kadar) heykelleri yapılır; her millet, hatta kabile, kendi tasavvuruna göre bir Tanrı = Heykel yapar ve ona tapar...

Sonra Hz. İsâ (a.s.), bir kez daha bu bozuk Tanrı tasavvurlarını düzeltmek için gelir ama ömrü uzun sürmez (sadece 31 yıl yaşar.); Ondan sonra Pavlus, bu Tanrı fikrine “teslisi = üçlemeyi” ilâve eder. Teslis, Tevhîd’e katılan “pisliktir.”!. Yukardan = Tanrı katından bakınca amaç, Tanrı’nın “kişiliğini = kişi olmasını” “antropomorfik = insanbiçimci” bir hâle sokmak, aşağıdan = insanlar düzeyinden bakınca da insanı tanrılaştırmaktır. Baba-Oğul ve Kutsal Ruh. Kutsal Ruh, aradaki aracı/elçidir.

İslâm,  bu bozuk Tanrı tasavvurlarını (fikirlerini) tekrar “ilk ve bozulmamış hâline” çevirmek için indirilmiş bir dindir.

İslâm’ın Tanrı’sı, Ehad’dir, Samed’dir, lem yelid ve lem yûled’dir, ve lem yekün leHû küfüven Ehad’dir. O’nu en iyi “tanıtan” sûre, İhlâs Sûresi ve Âyet-el Kürsî’dir.

İhlâs, Qul (= söyle onlara) ile başlar. Huve = O, Allah’tır. (Huve = Hû, burada cinsiyeti olmayan özel bir zamirdir; Ehad olan Allah, kendisine cinsiyet izafe edilemeyen Zât’tır.)

Âyet-el Kürsî :

“Allah’u, Lâ ilâhe illâ Hû-Ve-l Hayy-ul Qayyûm.” (Allah, burada hem Allah hem Hû hem de Hayy-ul Qayyûm’dur.) = Allah, Kendisinden başka ilâh olmayan, Kendi Kendini ve her şeyi ayakta tutan = yöneten (= kayyum) ve hep Hayy = Diri = Ölümsüz olan Tek ve Yek İlâh’tır.

“Lâ te’huzuHû sinetün ve lâ nevm.” O, uyumaz ve uyuklamaz (= yorulmaz, her şeyin farkındadır.) 

“LeHû mâ fis’Semâvâti vel Arz.” Göklerde ve yerde olan her şey (herkes) O’nundur = O’na aittir.

“Men zellezî yeşfeu’ ı’ndeHu illâ biizniHî.” Kimmiş, O’nun izni olmadan şefaat edecek?!. (O izin vermezse kimse bişey yapamaz.)

“Ya’lemu mâ beyne eydîhim ve mâ halfehüm.” O herkesin geçmişini ve geleceğini (her şeyini) bilir. (O’ndan bişey gizli kalmaz.)

“Ve lâ yuhîtûne bişeyin min ılmiHî illâ bimâ şâe.” Kimse O’nun ilminden O’nun dilediği kadarından başka bişeyi ihâta edemez = kavrayamaz.

“Vesia’ Kürsi’yyuHû’s semâvâti vel ard.” O’nun Kürsüsü gökleri ve yeri (tamamen) kuşatmıştır.

“Ve lâ yeůdüHû hıfzuhümâ.” Bu hıfz, (gökleri ve yeri hıfzetmesi), O’na ağır gelmez.

“Ve Hüve-l Aliyy-ül Azîm.” “O, çook Yüce, çook Güçlüdür.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İHÂNET

KELİME/KELÂM & KAVL/SÖZ

HADİS & SÜNNET