ÖNCESİ ve SONRASI ile "O ÂN"!.

O ân’dan kastım, Vahyin ilk geliş ânı.

Öncesinde Efendimiz “çok sıkıntılı, çok dertlidir.”!. Sıkıntısı = derdi, yaşanan adâletsizlikler ve zulümlerdir. Bu dert yüzünden sürekli Kendini şehrin (Mekke’nin) dışına atmakta, dağa vurmakta, Hira’ya sığınmakta, “huzuru” orada aramakta!...

Evinde huzurlu değil mi?!.

Evinde, eşi ve çocukları ile herhangi bir problemi yok; hâli-vakti de yerinde, para sıkıntısı da yok; eşi, tüm servetini Ona vakfetmiş, araları da çook iyi...

Pekiî nedir sıkıntısı, derdi?!.

Dışarıda yaşananlar. İçinde = vicdanında hissettiği toplumsal sorumluluk ve bu toplumsal ve vicdanî sorumluluğun altından nasıl kalkacağı, üstesinden nasıl geleceği.

Çare arıyor. Çareyi dağda = Hira’da, yalnız başına arıyor; danışabileceği = akıl alabileceği ve yoldaşlık yapabileceği kimse/si (de) yok.

Herkes anafora kapılmış; büyük çoğunluk eziliyor, çok küçük bir azınlık da eziyor; çok az da, tarafsız, biraz da insaflı (hanîf) insanlar var ama onlar da çaresiz.

Birileri âcilen bişeyler yapmalı ama ne ve nasıl?!.

O da ne yapması gerektiğini bilmiyor, ama samimî ve ciddî. Elinden geleni de yapıyor : Fakirlere yardım ediyor, hastaları ziyaret ediyor, Hılf-ul Fudúl’a da üye...

Ama bütün bunların yetmeyeceğini, meseleyi halletmeyeceğini de biliyor.

Arıyor...

Tefekkür ediyor.

Vicdanının sesini dinlemek için yalnızlığı = sessizliği tercih ediyor.

Dağda kâinatı (göğü ve yeri) seyrediyor...

...

Ve “Bir Ses” işitiyor. Ufku kaplayan “Bir Vizyon” görüyor.

O Ses Ona “Oku!”, diyor.

O, Ben okuma bilmem, diyor. 

Gördüğü!, Onu “sıkıyor”!. (Neredeyse kemiklerimi kıracaktı, diyor.) ve tekrar “Oku!”, diyor. 

O, (yine) Ben okuma bilmem, diyor.

(O gördüğü tarafından tekrar sıkılıyor.)

Yine, “Oku!”, emri tekrar ediliyor ve sonra :

“İqra! Bi İsmi RabbiK = Rabbinin Adı ile = Rabbinin Adına Oku!.”, deniyor.

“Seni O, alaktan yarattı. Sonsuz Kerem/İkram sahibidir. Kalemle yazmayı ve bilmediğin şeyleri öğretti.” (96/1-5.)

Bu kadar.

Büyük bir beklenti ve büyük bir arayış içinde olan birine bunlar mı söylenir, “oku!” mu, denir?!!.

İşin önemli bir kısmı burası, ama beni burada daha çok psikolojik = insanî kısmı ilgilendiriyor.

Efendimizin oradaki hâline = orada yaşadıklarına dair elimizde “veri” yok, ama sonrasına ait bazı veriler var. “Korkarak ve titreyerek!”, eşi Hz. Hatice vâlidemize geliyor. “Beni ört! Ya Hatice” diyor; muhtemelen! üşüdüğü için = titremeyi üşümeye yorduğu için. Korku da titreme yapar. Acaba yüzü nasıldı, vâlidemiz Onu nasıl gördü, Ondaki “o telaşı = korkuyu”! nasıl yorumladı?!.

...

Efendimiz biraz sakinleşince, Hz. Hatice vâlidemiz sordu : “Ne oldu Sana?”

- Korktum. 

- Aslâ korkma!. Sen korkacak bişey yapmazsın. Sıla-ı rahim yapar = akrabalarını gözetir, fakirlere yardım eder, işini göremeyenlerin işini görürsün, misafire ikram edersin...”

Olağanüstü bir olay olmuş, ama Efendimiz ile eşi arasında "bu kadar insanî, bu kadar sıradan, bu kadar doğal bir konuşma"! geçiyor; aslâ bir “sevinç emaresi” görünmüyor, sezilmiyor, yok.

...

Daha sonra Hira’ya çıkılıyor mu, onu da bilmiyoruz ama bildiğimiz şeyler var. Efendimiz sonraları, böyle ânlarda “zorlanıyor, zor hâller yaşıyor”, güçten-takatten düşüyor, terliyor, üşüyor, deve sırtında ise devesi çöküyor vs...

“Rahatlamak isterken”! Ona “ağır bir yük = ağır bir Söz = ağır bir sorumluluk” yükleniyor.

Sonrası (= 23 yıl) ma'lûm.

Sizce rahatlıyor mu?!.

Bence dünyada rahat yok; rahatlık ötede.

Onun "yükünü" paylaşmak, Ona yardım etmek istemez misiniz?!.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İHÂNET

KELİME/KELÂM & KAVL/SÖZ

HADİS & SÜNNET