MAĞARA ARKADAŞLIĞI

Zihnim bir kaç gündür “arkadaşlığa” takıldı-kaldı.

Bizdeki arkadaşlıklar, okul, asker, iş arkadaşlıklarıdır; emekli olunca bu, kahve-klüp arkadaşlığına dönüşüyor.

Tanıdık, arkadaş ve dost...

Bizim arkadaşlıklarımız aslında tanıdıklık = tanışıklık. Okul, askerlik ve iş, mecburî; oralarda bu insanlarla karşılaşarak tanışıyoruz, kafa yapılarımız uyarsa arkadaş oluyoruz. Emeklilikteki oyun arkadaşlığı ise “sıkıntı” kaynaklı!.

Arkadaşlık üzerine düşünürken, iyi ve kalıcı arkadaşlık olmadan = kurulmadan dostluğun oluşmayacağına kanaat getirdim.

Pekiî iyi ve kalıcı arkadaşlık nasıl olur, nasıl kurulur diye düşündüğümde de imdadıma mağara arkadaşları (= Ashab-ı Kehf) yetişti.

Ashab, arkadaş; kehf, mağara.

Mağaranın bendeki çağrışımı Platon, Hira ve Sevr’dir; Kehf’in mağara olduğu nedense aklıma gelmez/di ama şimdi geldiği iyi oldu. Platon’un mağarasını hariç tutarsam, iyi ve kalıcı arkadaşlıkların oluşumu için onun bişekilde mağara ile ilişkisini kurarım. 

Hira, iyi arkadaş olmanın = iyi ashaba sahip olmanın bireysel eğitimidir.

Sevr, arkadaşa destek olmanın zor zamanı ve zor yeridir. Ey arkadaşım (!) üzülme! Allah bizimle beraberdir. = ‘Lâ teahzen! innel Allah’e meanâ.’

Kehf, arkadaşların Rablerine tevekkül ettiği mağaradır.

Mağara arkadaşlarını (Sevr ve Kehf) bir araya getiren ve onları birbirlerine rapt eden = bağlayan, Rablerine olan imanları = güvenleridir.

...

Sevr, Efendimizin EN GÜÇSÜZ ânıdır. İki kişisiniz, ikiniz de silâhsızsınız ve düşman sizi bir mağarada sıkıştırmış!... arkadaşınız korkuyor (neredeyse ödü kopuyor!.) ve siz ona “Kokma! Allah bizimle.” diyorsunuz.

Bir grup genç, sadece Allah’a inandıkları = Allah dışında başka bir tanrıya kulluğu reddettikleri için “takibâta” uğruyor ve mağaraya “sığınıyorlar”!. Bu gençlerin kaç kişi olduğu, olayın ne zaman ve nerede geçtiği çok da önemli değil. Allah-u A'lem her zaman ve her yerde olsun/geçsin diye yer ve zaman belirtilmemiştir; sayı da aynı şekilde net verilmemiştir.

Düşünün!. ‘Lâ ilâhe illâ Allah’ dediğiniz için SUÇ işliyorsunuz = sistem size takibat açıyor; büyük ihtimalle büyük cezalar alacaksınız, çünkü “terör suçu”! işlemiş, mevcut düzene başkaldırmış sayılıyorsunuz... Ve kaçıyor bir dağa = mağaraya sığınıyorsunuz!.

Ve, “Rabbenâ! âtinâ min ledünKe rahmeten ve heyyi’ lenâ min emrinâ reşedâ.” diye yalvarıyorsunuz. (18/10.) “Hikâye”de beni şimdilik en çok vuran cümle bu; bu duâ, bu yalvarış, bu yakarış. Ne diyorlar? Rabbimiz bize katından rahmet ver; bize işlerimizde rüşt nasip et. Aslında ikinci kısmı net çeviremedim. Heyyi’ (heyyee), hazırlamak; reşedâ (rüşd), olgunluk, doğruluk, başarı. Bize davamızda başarı ihsan/nasip et mi deseydim; işlerimizi doğrult mu deseydim; işlerimizi olgunlaştır mı deseydim?!. S. Kutub, çıkış yolu göster, demiş; biliyorsunuz, Allah rahmet eylesin, S. Kutub dilci, edebiyatçı idi. M. Esed ve M. İslamoğlu ‘doğru bilinçle donat (= şuur ver.)’ demişler...

Uzun yazının okunmama riskini göze alamadığından kısa kesiyorum.

Zamana ve mekâna (okul, iş vb.) bağlı arkadaşlıklar GEÇİCİDİR. KALICI ARKADAŞLIKLAR, KALICI DEĞERLERE YASLANMALIDIR.

Babaannem bu tür arkadaşlıklara “ahretlik” derdi.


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İHÂNET

KELİME/KELÂM & KAVL/SÖZ

HADİS & SÜNNET