DİL/İN EVRENİ

Evrende bir çook dünya olduğu gibi, dilin evreninde de bir çok dil vardır : Arapça, Türkçe, Farsça, Almanca, İngilizce, Rusça...
Alfabeler ve kelimeler dillerin taşıyıcı malzemeleridir, anlamı taşırlar; anlam ise her dilde ortaktır. Farklı diller = farklı alfabeler, eşyanın, duygu ve düşüncelerin, sesler ve işaretlerle (harflerle) taşınmasıdır. Sesleri terbiye eden insanoğlu, daha sonra onları harflere hapsetmiştir. Bazı dillerde sesler harflerle (a, e, ı, i, ...); bazılarında harekelerle (üstün, esre, ötre) temsil edilir.
Öğrenme olmadan öğretme olmaz; öğrenmenin de öğretmenin de merkezinde dil (= ses ve işaret sistemi) vardır. Davranış da bir dildir.
Kitâb, önce sözsüz, sonra sözlü, sonra yazılı işaretlerle = âyetlerle bize gelmiştir. Sözsüz işaretler (= âyetler), Efendimize; sözlü işaretler (= âyetler) Onun ashabına; yazılı işaretler (= âyetler) de bizedir. Biz, yazılı işaretlerden (= âyetlerden = Mushaf’tan) = yazıdan, sözlü işaretlere (= âyetlere) = söze; sözden de sözsüz işaretlere geçerek Kitâb’ı anlarız, anlayabiliriz.
Yazı, sesli (= sözlü) ve sessiz okunur. Yazıyı sessiz okuma (= ses çıkarmadan okuma), gözle okuma olarak bilinir; doğrudur; ama esas/asıl sessiz okuma, gözden öze inen okumadır. Allah-u A’lem, Kitab = Mesaj, önce Efendimizin özüne (kalbine, aklına = ruhuna) iniyor; daha sonra da O,  Onu söze döküyor ve yazdırıyordu.
O, O Sözü, “tüm dillerin anlam aldığı temiz yerden”! alıyordu ve O Söze zerre miktarı kir bulaştırmıyordu; biz, “O Kaynağa” ulaşamıyoruz. 
Bizim dillerimiz (= sözlerimiz) “kirli”!.
Temiz söz, temiz kalbe doğar; doğunca da, o sözü hangi alfabe (= dil) olursa olsun taşır. (Artık O söz Arapça’ya mahkûm değildir ama O Söz bize Arapça ile taşınmıştır.)
Kalbi temiz olan, tüm dilleri anlar; hangi dilin (sözün) temiz; hangi dilin (sözün) pis olduğunu bilir; o, vicdanını kirletmemiştir; onu, tüm isimlerin (dillerin) ona ilk öğretildiği şekildeki gibi temiz tutmuştur. = “ve alleme âdem’el esmâe küllehâ” (2/31.)
Unutmayalım!, melekler Âdem’e esmâ (= Esmâ) öğretilince secde etmiştir.
“Kim Allah’ın İsimlerini ıhsâ (men ehsâhâ) ederse, cennete gider.” (Buharî : Tevhîd, 12. Müslim : Zikir, 5.) Hadisin başka bir versiyonu, hıfzederse = ezberlerse (men hafizahé) şeklindedir ama bu versiyon daha zayıftır.  (Hadisler, genelde metninin içeriğine ve râvî zincirine göre, sahih, hasen ve zayıf diye üç gruba ayrılırlar.)
Şahsen ben, hıfzın aklın işi; eahsâ’nın (saymanın) da tüm benliğin işi olduğunu “sanıyorum.”!. Eahsâ’ya sayma, sayım anlamı verilse de, burada “çok sağlam bir bilme” = “özel bir hususiyet” ve “o bilginin hakkını verme” vardır. Söz gelimi, Allah’ın sadece Es-Semi’ ya da El- Basîr İsmilerini bilen = ezberleyen = sayan biri, O’nun duyduğunun ve gördüğünün şuurunda olarak hareket etmiyor = davranmıyorsa, cennete girebilir mi?!...
Diller, anlamlarını Esmâlardan alırsa, (= insan, Rabbinin öğrettiklerini hatırlarsa) ve onlara “kir” (pislik, şirk) katmazsa, her şey ve “anlaşma” kolaylaşır.
İnsanlık, bir zamanlar yapay bir “ortak dil = Esperanto” arama peşine düşmüştü; şunu bilelim : “ortak köken” bulunmadan “ortak dil” çalışmaz.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İHÂNET

KELİME/KELÂM & KAVL/SÖZ

HADİS & SÜNNET