KARŞILAŞMALAR

Dün, karşılaşma imkân ve vasıtaları çok fazla değildi ama yine de belli karşılaşmalar oluyordu; bugün, imkânlar gelişti, çok sık karşılaşıyoruz ama bitürlü “tanış(a)mıyoruz.”!.

Bireyler karşılaşınca fikirler de karşılaşır; hele de yazı, tabiî okuyanlar için, fikirlerin karşılaşmasında önemli bir aşamaya işaret edilir.

Çook eskilere gitmiyorum; batının “orta çağ” dediği dönemde (tüm konumlamalar, tanımlamalar batıya aittir ve batı, merkeze kendini koyar.), dinler ve bilimler de karşılaşmış; bilimler dinden; “dinler”! bilimlerden etkilenmiştir. Kiliseden etkilenme olmasaydı Rönesans; daha geride İslâm dünyası Yunan biliminden (felsefesinden) etkilemeseydi İslâm Felsefesi (Kelâm) doğmaz/oluşmazdı; İslâm dünyasındaki Yeni-Eflâtunculuk, batıdaki Yeni-Thomascılık (Hırıstiyan Felsefesi) bu karşılaşmaların sonucunda oluşmuştur.

Bu karşılaşmayı yazıda/yazıyla önce, Din ve Bilim ya da Din ve Felsefe; sonra Din Felsefesi (İslâm, Hırıstiyan, Yahudi, Zen, Budist Felsefe/si vb.) şeklinde ifâde edebiliriz.

Bugün hâlâ bu karşılaşmadan korkan, felsefeyi “zındıklık” olarak gören dindar bir kesim var; Gazalî’nin bunda payının olduğu da söylenebilir; oysa Gazalî’nin âhir ömründe sığınmak zorunda olduğu; onun ölümünden sonra da daha sistematik hâle getirilen tasavvufun arkasında felsefe vardır; bu felsefe, batınîlik ve Yeni-Eflâtunculuk ile yoğrularak İbn Arabî, Konevî ve Suhreverdî’nin eserlerine sinmiştir.

Felsefe, aklî bir faaliyet; din, kalbî bir tasdiktir. Kalbin tasdiklerini akıl; aklın çıkarımlarını kalp onaylamalıdır; akıl, kalple; kalp akılla uyumlu çalışmalıdır. İnsan/ın (iç) bütünlüğü, huzuru, ancak bu şekilde mümkün olur. Aklın onaylamadığı iman da, kalbin onaylamadığı bilgi de insanı tedirgin = huzursuz = rahatsız eder.

“İslâm, akıl dinidir, akla ters bişey söylemez.” sözü, kalbi (inancı) devreden çıkarmadığı gibi tam aksine, kalbin akılla, aklın da kalb ile daha güçlü iş ve güç birliği yapmasını sağlar.

Eğer ‘akılsız adam’ bir “hakaretse”!, ‘kalpsiz adam’ daha ağır bir hakarettir.

Bu kalpsiz dünyanın, âcilen kalbe (= inanca) ihtiyacı vardır; pozitivist, materyalist akıl, bu dünyanın kalbini öldürmüştür... Kimyasal ve biyolojik silahlar, savaşlar, zulümler, haksızlıklar = adâletsizlikler karşısındaki sessizlikler, vurdumduymazlıklar, başka neyle ve nasıl açıklanabilir?!.

Bilime (= felsefeye, düşünceye) vicdan, insaf ve erdemi verebilecek olan sadece ve sadece dindir; din, bu dünyanın kalbidir. Bireysel kalp krizlerimiz arttığı gibi toplumsal, ekonomik ve siyasal (= küresel) kalp krizlerimiz de her geçen gün artıyor; insanlık ve dünya can çekişiyor!.

...

Batıda aklın sınırına ilk ulaşan filozof, Descartes’tır, sonra da Kant’tır. Descartes ve Kant’ın geldiği noktadan tepetaklak aşağı yuvarlanan Nietzsche’dir; o kritik sınırı aşansa, Bergson’dur. Arada bir çook filozof gidip-gelmiştir ama felsefenin dinle (= vahiyle) bağlantısını Sezgicilikle en iyi Bergson kurmuştur; sezgi de bir tür (alt düzey) vahiydir = ilhamdır.

Akılla irtibatını koparan din, mitolojidir; kalbin onayını alamayan bilim de demagojidir; ikisi de bitür “şarlatanlıktır.”!. İlki “üfürükçü = tükürükçü”; ikincisi ise körükçü ve çöpçü yetiştirir; ikisi de sömürücüdür; biri ruhu, öbürü aklı sömürür.

Bilelim ki ilimle iyi geçinen dinden başka bir can kurtaranımız (ambulansımız, ümidimiz) yoktur.

Ama bunun için dine (= İslâm’a) insanların ulaşmasını kolaylaştırmamız; ona sirayet eden hurafelerden ve tüccarlardan onu âcilen arındırmamız lâzımdır. İnsanlar ona hem çok rahat ulaşamıyor hem de onda beklediği ‘rahatlığı ve şifayı’ bulamıyorlar; çünkü hem onu Eş-Şâfî’ye bağlayan yollarda trafik çok yoğun, köşe başları tutulmuş; hem de dinden menfaat elde eden bu din bezirganları çok kazanalım diye ilacın içine “su”! katmış!.

Tarih boyunca bütün Bilge Hekimlerin (Hakîmlerin = Elçilerin) insanlığa sunduğu “tek etkili ve katışıksız ilâç” : ‘Lâ ilâhe illâ Allah'dır.’

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

NEREYE?!.

İMSAK ve İFTAR

DİKKATLİ/DİKKATLE DİNLEMEK