ŞEMS-2

Güneş, kendini kendine gölge yapmaz; güneşe gölge yapanlar, onun ısıttıkları ve ışıttıklarıdır. Sizi, güneşe karşı kim gölge yapıyorsa, size güneşi kim gölge yapıyorsa = sizin güneşi görmenize kim engel oluyorsa bilin ki o, size düşmandır, sizi karanlıkta bırakmak istiyordur.

“Allah ve melekleri, sizi karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için size salât etmektedir. O, Mü'minlere karşı çok merhametlidir.”

هُوَ الَّذِي يُصَلِّي عَلَيْكُمْ وَمَلَائِكَتُهُ لِيُخْرِجَكُم مِّنَ الظُّلُمَاتِ إِلَى النُّورِ وَكَانَ بِالْمُؤْمِنِينَ رَحِيمًا

(33/Ahzab, 43.)

Bu âyetteki “yusallî” kelimesine, Allah ve melekleri sizin için namaz mı kılmakta!, diyeceğiz?!.

Biçok meal buradaki “yusallî”yi rahmet, bağışlanma, iyilikle kuşatma, istiğfâr, duâ, bereket, acıma/merhamet olarak okumuş/çevirmiş. Kelimenin (salâ/tın), kavuşma/buluşma anlamı da var. Buluşma/kavuşma ya fiilen (bedenen) ya da aynı noktada (frekansta) olur. Fiilî buluşma, daimî olursa birleşmeye, bir olmaya (ittihada) döner; hâlbuki buradaki buluşma “hasret giderme”! ve tekrar ayrılma anlamında olabilir!; ayrılık olmazsa vahdet (vahdet-i vücud) olur ki bu akla muhaldir.

“İnnâ lillâhi ve innâ ileyHi râciûn.” (2/Bakara, 156.) âyetini ve peşindeki âyette sözü edilen “salavâtı” da (ki salât’ın çoğuludur) doğru anlamamız için namazı (salât’ı) çook daha geniş düşünmemiz lâzım. Namaz kelimesi bize Farslardan (Farsça’dan) geçmiş ve bu kelime bizde salâtın anlamını daraltmış.

Salât’ta insanı içerden ve dışardan kuşatan ve insanı Rabbine bağlayan, O’na kavuşmayı imleyen her türlü duygusal, aklî ve fiilî anlam var. Namazda (ritüelinde) bu duygu, akıl, kalp durumunu yaşayan, namaz dışında da fiilleri (davranışları) ile bunu gösterir; kendini O’na ulaştıracak, kavuşturacak işleri (salih amelleri) yapar. Böyle bir durum yoksa, o “namaz, yat-kalktır.”

“Feveylün lil musallîyn!.” Veyl olsun böyle namaz kılanlara!. Onlar, ...” (107/Mâûn/Eraytellizî) Onlar, gerçekte dini yalanlarlar. Öksüzü/yetimi (garibanı) iter-kakarlar. Yoksulu doyurmadıkları gibi doyurmayı da teşvik etmezler. Bi de kalkar namaz kılarlar. Yazıklar olsun o namaz kılanlara!. Onlar namazın ne demek olduğunu bilmezler. Onunla/namazla sadece gösteri/ş yaparlar. (Maddî-manevî) en küçük bir yardımı bile engellerler. 3. âyetteki yehuddu kelimesi, teşvik; son âyetteki ise yemneu kelimesi ise, men/men etmedir. 3. âyeti mealler, yoksulu doyurmadıkları gibi doyuranı da engellerler diye çeviriyor; engelleme, son âyette zaten var.

Namazı, pardon salâtı engelleme  96/Alak, 9-10. âyetlerde (eræytellezî yenhâ; abden ilâ sallâ) de geçer ama bu, salâtı (namazı) hakkıyla edâ eden (kılan) kişiyi engelleyene işarettir. Bu sûre indiğinde, bizim bildiğimiz, ritüel olarak kıldığımız namaz henüz farz kılınmamıştı. Buradaki namaz (salât), her türlü “toplumsal iyiliktir.”

Namaz kılanlarımız, iyilikten uzak duruyorlarsa, şu âyeti ya bilmiyorlar ya da bilmek istemiyorlar (=işlerine gelmiyor). “... inne-s salâte tenhâ... muhakkak salât (salât) fahşâdan ve münkerden alıkoyar; Allah’ı hatırlamak ise en büyüktür (ve le zikrullahi ekber.)...” (29/Ankebut, 45.)

(Fahşânın ve münkerin ne olduğunu biliyoruz. Özetle, fahşâ, bireysel kötülük; münker, toplumsal kötülük; ikisi de karanlık = zulumât.)

Öyleyse salât, kişiyi karanlık/lar/dan (zulumâttan) aydınlığa (Nûr’a) çıkaran her şeydir. Allah ve Melekleri de böyle olanlara “yardım eder, destek verir.”!. (Yukarıdaki ilk âyet. Ahzab, 43.) Bize yardım etmiyorlarsa!, aynaya bakalım.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İHÂNET

KELİME/KELÂM & KAVL/SÖZ

HADİS & SÜNNET