MEDENİYET

Medeniyet, milletlerin (eskiden millet, din anlamında idi) dünya üzerinde bıraktıkları maddî-manevî izlerin, eserlerin toplamı.

Kabaca iki medeniyet var : Doğu medeniyeti. Batı medeniyeti.

M.Ö. Doğuda etkili millet, Çin, Hint, Pers, Mısır; din olarak Hinduizm, Konfüçyunizm, Budizm, Zerdüştlük gibi dinler var. Batıda etkili millet, Yunan, Cermen ve Roma; din olarak Yahudilik var. M.S. da batıda Hristiyan-Batı Medeniyeti; doğuda İslâm Medeniyeti var.

Genelde doğu, mistisizme; batı materyalizme meyilli.

Ben, iki medeniyet arasındaki etkileşimi, askerliğim sırasında, ilk kez Adıyaman’daki Nemrut Dağını ziyaret ettiğim zaman fark ettim. Dağın adı Hz. İbrâhim zamanındaki (yak.M.Ö.2000) Kral Nemrut’un adı. Bu dağdaki devasa taş heykeller Büyük İskender zamanında yapılmış (yak.M.Ö.300); dağın batıya bakan yüzünde batı medeniyet kurucularının; doğuya bakan yüzünde doğu medeniyet kurucularının heykelleri var; bu heykeller aslında sembolik olarak bir dağ(d/l)a doğu ile batıyı birleştirir.

İskender Yunanlı/Mekedonyalıdır, asıl adı Aleksandros’tur ve Aristo’nun talebesidir; onun doğu seferi bir çok ülkeyi kapsar ve her girdiği ülkede (şehirde) bir eser bırakmıştır, aslâ yağmalama yapmamıştır. Mısır’da İskenderiye Kütüphanesini o kurmuştur; bizim İskenderun onun eseridir. Mısır’dan Hindistan’a kadar fethettiği toprakların 6 milyon km kare olduğu biliniyor. O dönemde, batıda Roma, Yunan; doğuda Pers, Hint ve Çin medeniyetleri ön plandadır; Yunan ve Pers medeniyetleri sürekli kapışıyorlar; Persler Yunan adalarına kadar geliyor; Yunanlılar da Büyük İskender’le Persleri yenerek Hind’e kadar varıyor.

...

Bizi ilgilendiren İslâm Medeniyeti. İslâm M.S. 610’da Mekke’de doğdu; Medine’de medeniyetini kurdu ve oradan tüm dünyaya yayıldı. O zaman İslâm’a yakın iki büyük medeniyet vardı : Bizans ve Pers. İki medeniyet de İslâm’ın gücüne dayanamıyor, çünkü kendi içlerinde paradokslar yaşıyorlar. Bizans, Tanrı’yı insanlaştırarak, tanrısal gücü insana (Kral’a ve devlete) verdiği için yakıp-yıkıyor; Pers, kendi içinde Tanrı ile şeytanı (iyi ile kötüyü, Ahuramazda ile Ehrimen’i) savaştırıyor, Krallar sefahat sürer/eğlenirken, halk eziliyor... İslâm ise, Tanrı’nın karşısına hiç bir gücü koymadan Tevhîd’i esas alıyor; koysa koysa şeytanın/şeytanlığın karşısına meleği/melekliği koyuyor ve çatışmayı bu sembolleri kullanarak insanda/insan iradesinde somutlaştırıyor ve insanın olmadığı hayatta bir ikilem/paradox, çatışma olmadığını söylüyor; savaş insanın (insanların) kendileri ile olan savaştır diyor; insan/lar kendi içlerindeki savaşı kazanırlarsa dışardaki savaşı da kazanacağını söylüyor. İşte bu Tevhîdî anlayış, özellikle Pers’de çok etkili olmuş ve kadim Pers ülkesi neredeyse hiç savaşılmadan fethedilmiştir.

İslâm Medeniyetinin dünyaya yayılması çok kısa sürede gerçekleşmiş ama medeniyetin “etkisi” uzun sürmemiştir!. Çünkü, “yayılma”, zamanla Allah’a güveni unuturmuş, O’nun yerine “kendine güveni” ikâme etmiştir. Osmanlı’da da “aynı güven”, Osmanlı’yı tembelliğe itmiş ve koca imparatorluğu yok etmiştir. (Kendine güveni tırnak içine almamın sebebi: onu istikbar/kibirlilik ve ihtişam anlamını da içerecek şekilde kullanmam.)

İstikbar, sahte büyüklüktür, kibirdir. Kibrin sonu felâkettir; insana belâ olarak kibir yeter, başka belâ aramasına gerek yoktur.!.

Kibir, kişinin kendine güvenmesi, dayanmasıdır; hâlbuki İslâm, Müslümanları Allah’a dayanmaya/güvenmeye çağırır; Allah, El-Hayy-el Kayyûm’dur = Tek Sağlam Dayanak’tır.

Her medeniyetlerin arkasında bir din vardır; doğu medeniyet(ler)i de batı medeniyeti de sırtını bir dine dayamıştır; zâlim olanlar, zâlim bir medeniyet; âdil olanlar da âdil bir medeniyet kurmuşlar; dayandıkları dinlerin ilâh(lar)ı ile ilişkileri oranında etkili olmuşlardır.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İHÂNET

KELİME/KELÂM & KAVL/SÖZ

HADİS & SÜNNET