İLHÂD-2

Din (Allah’ın Emirleri = emir ve yasakları), bütünsel anlamından (Tevhîd’den) koparılarak anlaşılır ve yaşanırsa ilhâda kapı açılır.

Bütünsel (holistik) anlam nedir ve nasıl bilinir? Felsefe, bütünü onto’da (on to’da), ontolojide (varlıkta) arar; varlığı, bir var ediciye götüremez; ‘varlık ya vardır ya da yoktur.’ der. Felsefe akıl işi ise, aklî bir uğraşsa, varlığın içindeki bir akıl, varlığı bile kavrayamazken, onun “arkasındaki Varlığı” nasıl kavrasın?!. Bişeyin içinde iken, o şey tam kavranamaz; dışına çıkmak lâzım; dışa çıkınca da iç “görünmez”, bu giriş-çıkış esnasında da o şey değişebilir.... bu açıdan biz (akıl), özellikle değişen (zamana tâbî olan) şeyleri kavrayamayız; kavrayamadığımız için “Değişmeyen” ve her şeyi her açıdan “Gören” Bir “Tanrı’dan” yardım almak zorundayız. (Tanrı kelimesini kullanmam, düşünce kusurlarımdan dolayı Allah İsmine hürmetsizlik etme korkumdandır.) Biz, O Tanrı’nın Kendini bilemeyiz, O bize Kendini Kendi İsimleri (Esmâ’sı) ile bildiriyor ve İsimlerinde ilhâda düşmememizi söylüyor. Her şeye rağmen bizim O İsimlere bakışımız “eksiktir.” Bizler en geniş bakışa kadraj diyoruz. Kadraj ne kadar geniş olursa olsun, yine de bir çerçevesi/sınırı vardır/olur; Tanrı ise sınırsız “Bakar, Görür.”!. Biz, bişeye (bimanzaraya) önden bakarsak arkayı, sağdan bakarsak solu, üstten bakarsak altı, -tersleri de geçerli- göremeyiz; Tanrı, şeyleri her yönden ve her zaman görür, O’nun için yer/mekân ve zaman tasavvur edilemez.

Tanrı, tüm Esmâ’sını (Sıfatlarını) ve Efâlini (Fiillerini) mekân ve zamana bağlı olmadan gerçekleştirir. Onları (Esmâ ve Efâli), zaman ve mekân sınırlarına hapsedersek (sınırlar ve Allah’tan, -Allah İsminden- koparırsak), ilhâda düşeriz. Nâkıs (eksik) varlıklar olarak bizler, elbette O’nu anlamak için O’nun İsimlerini = Sıfatlarını O’ndan koparırız ama bu koparmayı bağımsızlaştırmamalı hemen aslına iâde etmeliyiz.

Kelâm tarihi bu koparmaların tarihi gibidir. Kelâm ilmi doğmadan önce Haricîler (Havâric) O’nun El-Hakîm İsmini ön plana çıkarmış ve “Hakem olayını” bahane ederek, “Kim, Allah’ın hükmü ile hükmetmezse dinden çıkmış, kâfir olmuştur.” diyerek, Hz. Ali Efendimize karşı tutum/tavır almışlardır; daha sonra Mu’tezile adâleti öne çıkarmış, sistemini O İsmin üzerine oturtmuştur. Eşarî/lik, Kudret İsmini öne çıkarmıştır; Mürcie, El-Halîm İsmine sığınmış, işlenen günahların cezasını öteye ertelemiştir, vs... yanlış anlaşılmasın, aslâ bunlar dinden çıkmış (ilhâda düşmüştür) demiyorum; bir durum tespitinde bulunuyorum.

Çocukluğumda duyduğum bir Hadisi hatırladım. “Kim Allah’ın 99 İsmini ezberlerse (ezbere söyler/sayarsa) cennete girer.” Bu hadisi rahmetli dedeme okuduğumda, dedem : ‘hadi oğlum ezberleyelim.’ demişti; hâlbuki hadisteki ibâre “ahsâ”, ahsâe, saymak; hemze elifsiz ahsâ, hem tek tek saymak hem gereğini yapmak. Biz, sözgelimi bir İsminin (El-Alîm İsminin) bile gereğini yerine getiremiyoruz; nerede kaldı 99 İsmi!.

Ama yine de O’nun her İsminden “biparça” nasipleniyoruz!. O isimlerin toplamından ne alabilmişsek, ‘biz’ oluyoruz. O İsimlerden nasibimizi çoğaltabilirsek, oluşumuzu daha da mükemmelleştirebiliyoruz!. O İsimleri sahiplenirsek de, tanrısallığa (ilâhlığa) soyunuyor (nefsimizi ilâh ediniyor) ve kendimizi “bişey” zannedediyoruz. Son durum, bir gasptır. Gasp ise, en büyük ilhâddır.

Bu gasp, ilimde de, siyasette de, mülkte de, her şeyde olur. İlimdeki gasp, O’ndan El-Alîm İsmini çalma; siyasetteki gasp, O’ndan El-Hakîm İsmini (hâkimiyeti) ya da El-Melîk İsmini çalma; mülkteki gasp, El-Mâlik İsmini ya da LeHû-l Mülk’ü çalmadır...

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İHÂNET

KELİME/KELÂM & KAVL/SÖZ

HADİS & SÜNNET