YOLLAR

“Bize ulaşmak için gayret/cehd edenleri elbette yollarımıza iletiriz (lenehdiyennehüm sübülenâ)...” (29/Ankebut, 69.)

İnsan geldi ve gidiyor, hayat akıyor...

Geliş ve gidiş, hayat denen yolun yürünmesi; ya da hayat, bu geliş ve gidiştir.

Madem geldik, hadi geldiğimiz yeri bilmiyoruz ama gideceğimiz yeri bilmek, bu hayatın hangi yolda ve nasıl yürüneceğine bağlıdır.

Çoğu insan yaşarken yürüdüğü yolun eğri ya da doğru olduğunu, yolun onu nereye vardıracağını bil(e)meden yürür.

Yoldan çok, yolun varacağı yer, menzil önemlidir, bi menzile bi çook yol varabilir.

Bu kısa girizgâhtan sonra esas konuma geçebilirim. Yazının konusu “Hakikate Ulaştıran İlmî Yollar.”

Hakikat bir menzilse, bu menzile ulaşan ve bizleri de ulaştıran bir çook ilmî yol olur; ama bu yolların her birinin kendine göre bir amacı olursa aynı menzile varamazlar, aynı hakikati ifâde edemezler/etmezler, şirke düşerler.

İlimlerin ayrışması konularına göredir; konular teorik olarak varlık ya da hakikat ortak paydasında, pratik olarak da hayat ortak paydasında birleşir/birleşmelidir. Hiçbir ilim kendi başına bağımsızlığını ilân edemez/etmemelidir; ederse, ilim olmaz, olsa olsa bilim olur. Bu durumu ağaç metaforu çok güzel özetler. Ağacın görünmeyen kökleri metafizik, gövdesi fizik, dalları diğer bilimlerdir (tıp, mekanik, matematik, vb.), ağacın kendisine felsefe dense de, felsefe ile din “konuları ve amaçları” bakımından ayrılmazlar, “öncülleri bakımından” ayrılırlar. Felsefe hiçbir öncül (ön kabul) kabul etmezken, din vahyî/ilahî bilgiyi öncül kabul eder; belki de bu yüzden felsefe kendini (sadece bir) ağaç olarak görür; din ise kendini “orman, tüm kainat” hatta kâinatın Sahibi/Rabbi olarak görür; aralarındaki fark bu kadar büyüktür!.

Felsefe, zifiri karanlıkta elinde mum ya da küçük bir lamba ile yol bulmaya çalışan ilmî/aklî bir gayretken; din, güneşe benzetilebilir. Diğer ilmî/aklî disiplinler felsefeye malzeme veren/üreten tedarikçilerdir.

Dinî ilimlerde de bu yapı, “bölünme” şeklinde tezahür eder. ‘Dinin Kendisi’ bir bütündür, o bütünden kelâm, fıkıh, tefsir, tasavvuf, hadis vb. ilimler doğmuştur.

Aklî ve naklî (pozitif ve dinî) ilimler birbirleri ile karşılaşınca, kimine göre bir “çatışma”, kimine göre de bir “uyuşma/uzlaşma” meydana gelmiştir. Çatışma tarafında genelde inanmayanlar grubu; uzlaşma/uyuşma tarafında inananlar grubu bulunur. İnanmayanlar grubu için yazının başına aldığım âyet “bişey” ifâde etmez; onların yolları ayrıdır, Tanrı'ya inanmadıkları için bilinmeyen/hayalî bir hakikatin peşindedirler; inananların yürüdüğü bütün yollar ise Evrensel Hakikat olan “Tanrı'ya” çıkar, onlarda Maksad da Maksud da Tanrı'dır.

İnanmayanlar da ‘Bütün yollar Roma’ya çıkar.’ diyerek dinden güç almışlardır ama daha sonra nereye gideceklerini ya unutmuş ya da yollarını şaşırmış/değiştirmişlerdir.

Yolların farklı olması bi bakımdan hayatın farklı vechelerden yaşanıyor olması, kişinin yaşadığı hayata verdiği önceliklerin farklı olması, hayatın bir ‘bütün’ olarak görülememesindendir. Aklî/ilmî de olsa dinî/naklî de olsa ilimler hayatı bir bütün ve ortak payda olarak görseler ve bu hayatın da bir amacının olduğunu bilseler aralarındaki “fark” o kadar azalır ki fark, fark edilemez.

İlmî disiplinler bu hayatı (varlığı) ilgi alanlarına (konulara) bölerek incelerler; bu bölünmeyi tekrar toparlama işini felsefeye verirler ama felsefe bu işi tam yapamaz, o da kendi içinde bölünür. İnsanlık için elimizdeki bütünlüklü, sistemli tek araç din kalır; inanmayanlar, bu konuda şaşkındır, hangi yoldan nereye gideceklerini bilmeden yürürler; inananlar da doğrusu bu işin hakkını (pek) veremezler; işte biz de böyle parçalı/bölünmüş (tevhid’den uzak) bir hayatı yaşamaya mahkum oluruz.

İlmi kendine uğraş edinmiş Müslümanların çook büyük sorumluluğu var; belki de en büyük sorumluluk onlara düşüyor. Öyle (benim gibi) yan gelip yatmak, onları bu vebalden/sorumluluktan kurtaramaz. İnsanlar, ‘ne yapacağız?’ diye onları bekliyor, öncü bir nesle ihtiyacımız var; yürüdüğümüz yolun işaret levhaları 1400 yıl önce konulmuş/tu ama onların çoğu yerinden ‘sökülmüş ve çürümüş’, yol ‘bozulmuş’; yolun yeniden ıslahı ve levhaların yeniden yazılması ve yerlerine konulması gerekiyor.

Nereye gideceğimizi bilmeden gidiyoruz. Yollar çook; doğru yol rehberlerine ihtiyacımız var. İlim dünyasında da normal gündelik hayatta da çoğu insan kavşaklarda bekliyor. 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İHÂNET

KELİME/KELÂM & KAVL/SÖZ

HADİS & SÜNNET