PRAMİT

Tarihî Mısır piramitlerinden değil insan ihtiyaçlarından söz edeceğim. Maslow’un pramit şeklinde gösterilen İhtiyaçlar Hiyerarşisinden. Bizim kültür eskiden bu ihtiyaçları zarûriyat, hâciyât ve tahsiniyât şeklinde üçlü bir tasnife tabi tutmuş. Zarûriyat, hayatta kalmak için zorunlu olanlar, bunlar : yeme-içme, barınma ve bürünme. Hâciyât, hayatı kolaylaştıran hâcetler, özellikle zarurî olan ihtiyaçları kolay temin etmeye yarayan fizikî ve hukukî âletler : teknik, güvenlik ve hukuk gibi. Tahsiniyât, hayatı güzelleştiren işler : edeb/âdap, erdem/ahlak.

Maslow, insan ihtiyaçlarının en temeline fizyolojik ihtiyaçları, onun üstüne güvenlik ihtiyacını, onun üstüne aidiyet ihtiyacını, onun üstüne saygınlık ihtiyacını, en tepeye de kendilik durumunu (kendini gerçekleştirme ihtiyacını) koyar. Bunu detaylandırmayacağım, ilgi duyan bakabilir. Ben, sizlere daha anlaşılır ve güncel olsun diye bu ikisinden biraz farklı, üç ayak üzerine oturan ‘küçük bir model’ sunacağım; bu model bana ait, onları Gerekliler, Önemliler ve Değerliler diye üçe ayırıyorum. Gereklileri : Zarurî, olmazsa olmaz (zarûriyat) olanlar (yeme-içme, barınma, bürünme ve üreme); Önemlileri : Zarurî olanların çoğalması durumunda, onları biriktirmeden başkalarına onların zarurî ihtiyacı olarak verme; Değerlileri : Kendimiz ve başkaları için zarurî olanları değerli kılma; olarak görüyorum. Zannederim, önemli ve değerli anlaşılmadı; bu söylediklerimi birazdan açacağım. Bişeyi hem önemli hem değerli kılan biziz; o şey kendiliğinden önemli ve değerli olmaz. Şöyle :

Bizim için zarurî ve hayatî olan ekmek, hem önemli hem değerli bir gıda/nimettir ama bu nimet bol olunca çöpe gidiyor, değil mi? Bolluk onu değersizleştiriyor ama o (ekmek) hâlâ biçook ülkede değerli, çoğu ülkede insanlar aç. Bizler, “kendi ihtiyacımız kadar ekmek tüketsek ve zarurî ihtiyaçlarımızı artırmasak”, kazandığımız/ürettiğimiz fazla ekmeği ülke içinde ve dışında ihtiyacı olanlara versek, hem ekmeğin önemini ve değeri “bilmiş” hem de “ekmekle kendimizi değerli kılmış” oluruz; ekmek, burada sadece bir örnek, elimizde ne varsa...

Biz ne yapıyoruz? Zarurî olmayan şeyleri zarurî imiş gibi çoğaltıyoruz. Ekmeği pasta ile; suyu şarapla; opeli mercedesle, apartman dairesini rezidansla/villa ile, ... değiştiriyoruz. Üç-beş çift ayakkabı, elbise yeterli iken, 15-20 çift ayakkabı, elbise alıyoruz. Kullandığımız (tükettiğimiz) şeylerde kendimizi arıyoruz!. İnsanlara kendimizi tanıtırken onlarla tanıtıyoruz; onlarla kendimizi önemli görüyoruz. Onlara değer verdiğimiz için, o değer, bizi de değerli kılıyor!. Onlar bize prestij veriyor!. Oysa onlar bizden düşük olan şeyler; onlarda prestij ararsak (onlarla hava atarsak) şeyleşiriz!. Modern insanın düşüşü, kendinden aşağı olan şeyleri kendinden üstün görmesi ve onlar için, onlardan daha ulvî bir amaç olmaksızın, kendini (tüm zamanını ve emeğini) vermesi ile başlar!. Bu, aynı zamanda kapitalizmin tarihidir.

Şeyler, insan/lar için vardır; insan/lar, şeyler için değil.

Şeyleri önemli ve insanı değerli kılan, insanın şeylerle olan ilişkisidir.

İnsan, kendinin ve ailesinin zarurî ihtiyaçlarını sağladıktan sonra başkalarının zarurî ihtiyaçlarını temin için çalışırsa (“onlar, zekât için çalışırlar.” 23/4.), zamanı ve emeği önemli; kazandığı şey ve kendi de değerli olur.

Lütfen! Mü’minûn Sûresi ilk 11 âyete bakalım. Kurtulanların sadece Mü’minler olduğu kad/kesinlik edatı ile söyleniyor (Dikkat! Söyleyen Rabbimiz.) ve onların özellikleri sayılıyor.

Değerli olanlar kurtulur.

Kişiyi değerli yapan, yaşadığı hayattır; o hayatta şeylerle, insanlarla ve Rabbi ile kurduğu ilişki biçimidir.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İHÂNET

KELİME/KELÂM & KAVL/SÖZ

HADİS & SÜNNET