HAREKET-2

Devinim. İş. Eylem. Davranış. Amel. Arapça'daki hareke, sessiz harflere ses (devinim, can) veren işaret demek. Ses, nefes, can demek; insana nefes verilince (nefha üflenince) canlandı, nefesle can üflendi de insan hareketlendi...

Hareket terimi ile ilk kez Topçu’nun Hareket Dergisi çerçevesinde tanıştım; sonra Milliyetçi Hareket Partisi’ndeki Hareket’i, daha sonra da felsefede Aristo’nun “ilk hareket”ini ve Molla Sadrâ’nın “hareket-i cevherî” fikrini merak ettim.

(Nurettin Topçu ile MHP'nin özellikle Anadoluculuk fikri çerçevesinde ilişkisinin olduğunu düşünüyorum. Bizde siyasî partilerin felsefî arka-planı pek yok. Cumhuriyet öncesi ve sonrası kurulan tüm siyasî partilerin birbirleri ile benzerlikleri farklılıklarından çok daha fazla. Osmanlıyı yıktığı iddia edilen İttihat ve Terakkî Partisi’ndeki İttihat, Birlik; Terakkî, Yükseliş ve Kalkınma demek; daha sonra kurulan Adâlet Partisi, bu partinin İttihat kısmına ve günümüzdeki Adâlet ve Kalkınma Partisi de hem İttihat hem Terakkî kısmına oldukça yakın. İttihat ve Terakkî Partisi’nin fikrî kökeni batı. Birer İttihatçı olan Enver ve Tâlat Paşalar hatta M. Kemal bu fikrî kökenden beslenmişlerdir; özellikle önce askerî cenahta sonra da sivil cenahta bu fikre mensup adamlar yetiştirmek için “özel çaba” sarf edilmiştir. Osmanlının son dönemindeki dört siyasî akımdan --- bunlar : Batıcılık, Osmanlıcılık, Türkçülük ve İslamcılıktır.---  Batıcılık İttihat ve Terakkî Partisi’nin belirgin karakteridir, diğer akımlar bu partide garnitürdür. Adâlet Partisi, Milliyetçi Hareket Partisi, Cumhuriyet Halk Partisi ve Adâlet ve Kalkınma Partisi’nin, tüm partilerin baskın karakteri Batıcılıktır, aralarındaki görece farkı diğer ideolojik akımlara yakınlık belirler. MHP, Türkçülüğü ve Osmanlıcılığı sos olarak; AKP, İslamcılığı ve Osmanlıcılığı garnitür olarak görür ve kullanır; CHP tam bir Batıcıdır; hepsinde ortak payda Batıcılıktır.)

Neyse, benim konum bu değil; hareket. 

Hareket, canlılık/devinim demektir. Bişey ya kendiliğinden hareket eder ya da onu bi başkası hareket ettirir. Tanrı dışında kendiliğinden hareket eden hiçbişey yoktur. Olur mu? İnsan da kendiliğinden hareket ediyor, bu nasıl oluyor? demeyin. Evet insan da kendiliğinden hareket ediyor ama ona ilk hareketi Tanrı veriyor; yaratma, can verme aynı zamanda ilk hareketi vermedir. İbn Bâcce, nefsi tarif ederken, kendi zâtını hareket ettiren şey olarak tarif eder. Her nefis taşıyan, kendini ve sorumlu olduğu şeyleri hareket ettirir. Tanrı, insanda ve canlı varlıklarda nefsi yaratması ile onlara kendiliğinden hareket etme ve bazı şeyleri hareket ettirme imkânını/gücünü de vermiştir. Yarın bu imkânı/gücü onun/onların elinden alacaktır. İnsana nefisle beraber akıl ve irade de verilmiştir; insana verilen bu imkânlar, bi anlamda ona verilen “yaratma gücü gibidir”!. İnsan bu güçle iyi-kötü bi çook şey yapabilir; onun sınanması, denenmesi de bununla/bu sayede mümkün olmaktadır.

Canlı varlıklar dışındaki varlıkların kendi kendine hareket etme güçleri yoktur, onlar bir fâile, muharrike/hareket ettiriciye muhtaçtırlar; canlı ve iradeli varlıklardaki hareket ettirme gücü iyi yönde de kötü yönde de işler; bu da mükellefiyet (sorumluluk) demektir. Yukarıda söylediğim gibi hareket, eyleme, eylemde bulunmadır. İradeli varlıklar bu eyleme (davranma, iş yapma) gücünü iyi ya da kötü yönde (hayır ve şerde) kullanmakla, oluşu yapar ya da bozarlar; iyi yönde, doğru kullanırlarsa salih, müslim ve mü'min vasfı kazanırlar; kötü yönde kullanırlarsa da fâcir, kâfir ve münkir vasfını alırlar.

Bizlere bişeyi hareket ettirme ve kendi kendimize hareket etme imkânının verilmesi, aynı zamanda halifelik, yönetme kâbiliyeti verilmesi demektir; bu açıdan insan, yaratılanların biçoğundan üstün kılınmıştır. (Bknz. İsra, 70.) Meleklerin bile ona (insana) secde etmesi (boyun eğmesi), bu üstünlüğün göstergesidir. İyi işlerde melekler insana baş üstüne, emredersin derler; kötü işlerde de (isyan etmiş ve isyanında ısrarcı bir ‘melek!’ olan, lânetli, kovulmuş) şeytan, ona baş üstüne, emredersin der.

İranlı işrâkî filozof Molla Sadrâ, evrendeki kozmoloji (kozmogoni) için geliştirdiği “hareket-i cevherî” fikri, her şeyin ‘olması gerektiği’ gibi hâlden hâle geçerek değişim ve dönüşüme tâbî olduğunu söyler ve hareket ederlerken ya da varacağı yere varmak isterlerken, iradeli varlıkların bi kısmının cevherini değil arazlarını hareket ettirerek araz/fazlalık, gereksiz yük yüklendiği(!); bi kısmının arazlarını/fazlalıklarını, gereksiz yüklerini terk ederek hareket ettiğini, arındığı söylemesi de ilginç!... Molla Sadrâ’nın bu görüşünü şu şekilde okumak ve anlamak (da) mümkün : Hayat/canlılık, bir harekettir; hayatlar yaşanırken, kimi işe yarar/değerli (sevap) yük biriktirerek; kimi de beş para etmez/değersiz yük biriktirerek (günah) yaşar ve gider. Gidiş, kişinin kendisine verilen hareket gücünün (imkânının) geçiçi olarak elinden alınması (ölmesi) demektir. Gidince, kişinin yüklendiği yüke (amellerine/amel defterine) bakılacak ve kalacağı yer belirlenecek!.

Hareket(ler)imiz bereketimiz olmazsa, âkıbetimiz (sonumuz) kötü olur/olacak. İstikâmetimiz hakka riâyet ve ibâdetle ilahî Rızâ'ya tâlip olmak olmazsa, âhiretimiz perişan olacak.

Yazıyı Nurettin Topçu'nun şu sözü ile bitireyim : Gerçek bir dindarın hareketi ibadet: sözü dua; bakışı rahmet; beraberliği kuvvettir.” 

Söz, sesteki ibâdet; bakış, gözdeki ibâdettir. Her organın kendi çapında ibâdeti de vardır ihâneti de. Her hareketimizin ibâdet olması da ihânet olması da mümkündür; biz, her hareketimizin ibâdet olması için gayret edelim.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İHÂNET

KELİME/KELÂM & KAVL/SÖZ

HADİS & SÜNNET