İLHÂD

İlhad, dinden dönme, dini ters-yüz etme. Lahd/Lahid, mezar (taşı), sanduka. Bu ismin fiil hâli LHD, Kitab'ta “yulhidûne” şeklinde üç yerde (Â'raf, 180, Nahl, 103 ve Fussilet 40), ilhâd” şeklinde bir yerde (Hacc, 25) geçer. Bu köke ilişkin olup-olmadığından emin olmamakla beraber bu kelime Kehf, 27 ve Cin, 22’de de iftiâl babından “mültehedâ” şeklinde mimli mastar olarak da geçer; mültehedâ sığınak demektir. Ben, fiil şeklinde geçen yerlerdeki anlamı üzerinde duracağım. 

Â'raf, 180’de konu, Esmâ’dır (Allah’ın İsimleri). Nahl, 103’de konu, Kitâb’ın dilidir. Fussilet, 40’da, Kitâb’la muhatap olduktan sonra (Kitâb’la muhatap olmalarına rağmen) ilhâda düşenlerden bahsedilir. Hacc, 25, zor bir âyettir, buradaki ilhâd ise, konulmuş kuralları zulümle ortadan kaldırma anlamındadır.

İlk kullanım (Esmâ), insanların “Tanrı tasavvuru” hakkındaki sapkınlıklarını; ikinci kullanım (Kitâb’ın dili),  kelimeleri eğip-bükme, onlara konulmuş anlamların ya içini boşaltma ya da onlara “yeni” anlamlar yükleme; üçüncü kullanım (Kitâb’ı anlama), ya anlamama ya da bilerek yanlış anlama, dördüncü kullanım (Hacc, 25), mer’î, asırlardan beri geçerli uygulamaları zulümle ters-yüz etme. Bu dört kullanımın ortak adı ilhâd/sapıklık, ve bu sapıklık, ‘Tanrı tasavvuru’ndan başlıyor, oradan Kitâb’ın diline ve O Kitâb’ın yanlış anlaşılmasına, oradan da yaşanan hayatı ters-yüz etmeye kadar varıyor.

Bu yazıda ilk konu (Esmâ algısı ya da Tanrı tasavvuru) üzerinde duracağım, nasip olursa daha sonra dilde oynanan oyunlara, Kitâb’ın tabiri ile “yuharrifûnel kelime” (5/Mâide, 13.), kelimeleri tahrif etme ve kelimelerin gerçek/hakikî manalarını bildikleri hâlde onları yanlış anlama/yorumlama ve en son da mevcut uygulamaları (yaşanıp gelen örfü/hayatı) değiştirmeye değineceğim inş.

Esmâ’da ilhâd nasıl olur? İlgili âyet (Â'raf, 180), “yulhidûne fî esmâiHî” diyor. Âyeti bir âyet geriden  okuduğumuzda, kalpleri (aklı) olup da düşünmeyen (fıkh etmeyen), gözleri olup da görmeyen, kulakları olup da işitmeyenlerden = hayvan gibi olanlardan, belki de (buradaki ‘bel’, belki olmayabilir) = ğafil/gafil olanlardan bahsediyor; işte böyleleri, Allah’ın O Güzel İsimlerinde ilhâda düşer diyor.

Ama nasıl? Bence şöyle : O isimleri bölük-pörçük, birbirinden ve asıl anlamlarından kopuk anlayarak, dolayısıyla ‘Tevhîd’i bozarak. Bu bozulmayı dilden/dilbilgisinden kalkarak izah etmem lâzım; onlar da (mülhidler de) dili iyi anlayamadıkları, dille oyun oynadıkları için ilhâda düşmüşlerdi ya!; (yukarıdaki 2. ve 3. husus). Dilde bişeyi ifade ederken, bi anlamı muhataba aktarırken cümle kurarız, değil mi? Bu cümlenin de öğeleri olur : özne, nesne/tümleç ve yüklem gibi. Ben : ‘Siyah gömleğimi giydim.’ dediğimde, özne, benim; fiil, giyme fiili/eylemi; nesne, gömlek. ‘Ali beyaz gömleğini giydi.’ dediğimde, (Dikkat)!. Bu sözü söyleyen (bu cümleyi kuran) olarak özne benim ama cümlenin öznesi (cümledeki özne) Ali.

Allah, Kitâb’ında bize, “Gökleri ve yeri yarattım, size orada rızıklar verdim, o rızıklardan ihtiyacı olanlara da verin, ...” vb. diyorsa, bu ve benzeri cümleleri kuran da, bu işleri yapan da O. Yaratma, O’nun bir özelliği/sıfatı (El-Hâlık, El-Hallâk), rızık verme de (Er-Râzık, Er-Rezzâk), emir verme de (leHu-l Emr), ... daha sonra bu emrin yapılıp-yapılmadığını kontrol etme de, ... 99 (aslında sonsuz) İsmi bu şekilde düşünebiliriz. (İsim/ler, Esmâ dedim/diyoruz ama biz, fânî bir kişiye bile birden çok isim vermiyoruz, bir kişinin birden çok ismi olmaz, diyoruz ama Bir ve Tek olan Allah’a bir çoook isim veriyoruz!, (biz vermedik O/Kendi verdi.); buradaki isimleri, ismi niteleyen sıfat olarak algılar ve anlarsak daha isabetli/doğru düşünmüş oluruz.) Şöyle bir soru sorarak konuya dönelim. Allah, tüm bu işleri (yaratma, rızık verme, yaşatma vb.) Kendi mi yapıyor?!. Bu sorunun iki şekilde cevabı olur : Evet ve Hayır. Cevap evetse, yarattığı varlıklar bişey yapmıyor, yan gelip-yatıyor, hâşâ Allah onlara hizmetçilik yapıyor! olmaz mı? Cevap hayırsa, o zaman O (Allah), Emir veren, emirle iş yaptıran bir Kral/Melik (El-Melik) olur. (El-Melik de O’nun Esmâ’sından). O, bişeyin olması (oldurulması) için sadece “OL” der, o da olur. “OL”, bir Emir’dir; ortada bir Emir varsa, Âmir ve memur da vardır. O, emrinden çıkmayan memurlarına (meleklerine) emir verir, onlar da gereğini hemen yaparlar...

Emrin yapılması gerekenlerini (=olumlu olanlarını) melekler yapar; ‘yap!’, olumlu bir emirdir, yapılması gerekli olanı emreder; ‘yapma!’ ise olumsuz bir emirdir = nehydir, o işin yapılmaması gerektiğini söyler.... O, olumlu da olumsuz da (istediği gibi) emir verir.

Allah, insana hem olumlu hem olumsuz emir verir. Çünkü insan, başlangıçta kendisine verilen olumsuz emri (şu ağaca yaklaşma! emrini) çiğnemiş ama tövbe etmiş, pişman olmuş, özür dilemiştir. Özründe ne kadar samimî olup-olmadığının “görülmesi” için ona (insana) hem olumlu hem olumsuz emir verilmektedir.

Şeytan, tövbe etmediği, pişman olmadığı ve özür dilemediği için, olumlu emri olumsuza, olumsuz emri olumluya dönüştürmeye devam etmektedir.

Konu uzadı, aslında Esmâ (Tanrı tasavvuruna) konusuna tam giremedim ama kesmek zorundayım; başka zaman inş.

İlhâd da işte tam da böyle bişey. Allah’ın emirlerini (dinini) ters-yüz etme. 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İHÂNET

KELİME/KELÂM & KAVL/SÖZ

HADİS & SÜNNET